11 Aralık 2010 Cumartesi

İLİŞKİDE YANLIŞ ANLAŞILMALAR VE ÇÖZÜMLERİ

İLİŞKİDE YANLIŞ ANLAŞILMALAR VE ÇÖZÜMLERİ

İlişki kendi başına bir iletişim ve paylaşım sistemidir. Her ilişkide sorun yaşanır. Farklı düşünüşler kaçınılmazdır. Farklı cinsiyeti temsil eden, farklı büyüyen,birbirlerine güvenmemeyi 3 yaşından itibaren telkin edilen İki farklı insanın,aynı evde birbirleriyle temeldeki farklılıklara rağmen uyum sağlaması ve benzer noktalarda buluşması çok kolay olmadığı gibi çok zor da değildir. İsterseniz kolay, istemezseniz arapsaçı kadar zordur.
İlişki ve evliliklerde sorun çözümü için ilk çıkmaz ve tanıdık nokta karşı koltuktur. Gelen çiftler genelde sorunu eşlerinde bulurlar. Kadınlar, erkeklerin ilgisizlik ve sorumsuzlukların yakınırken, erkekler kadınların çok konuşması, devamlı tartışma çıkarması ve olayları abartmasından yakınırlar. Erkeğe göre aslında evlilik veya ilişki çok iyi gidiyor, bir sorun yok sadece eşi büyütmektedir. Eşi büyütmezse ve yapılanları görürse sorun çözülür. Kadınlar ise, eşinin ilgili ve sorumlu olması halinde sorun bıçak keser gibi çözüleceğini ifade ederler. Oysa evliliğin düzelmesinin bir tarafın değişmesi ile asla sağlanamayacağı bilinmelidir.bu genel bir yanılgıdır. Çünkü eş,değişimi eşine bağlamaktadır. Diğer eş ise değişimi ona bağlamaktadır. Bu durumda önce kim değişmeli tartışması olmadan aynı anda harekete geçilmelidir.
Evlilikte sorunu başlatanın sorumluluğu kadar bu sorunu devam ettiren de bir o kadar sorumludur. Yani başlatıcı ile sürdürücü arasında çok fark yoktur. Herkes kendi yaptığı ile sorumluluğunu karşılamalıdır. Sorunların ilk başına arkeolojisine inmeye gerek yoktur. Bu sadece havada bir tartışma çıkarır tartışmalar çözümsüz biter ve artık tartışmaktan kaçar hale geçirirsiniz. Bu durumda genelde, KONUŞAMIYORUZ yorumları gelir.
Aslında sorun konuşamamaları değil, konuşmayı bilmemeleri ve yanlış yöntemlerle çözmeye çalışmalarıdır.
O halde esas sorun evlilikte değil, çözüm yöntemlerini bilmemektir. Siz sorun çözme yöntemi bilmediğiniz sürece boşanıp farklı biriyle evlenmeniz ya da parter değiştirmeniz halinde aynı şeyleri yaşamaktan kaçamazsınız. Bazen çevremizde 4 veya 5.evliliğini yapan insanlar ile karşılaşırız. Bunun temel nedeni ise çözüm yöntemi eksikliğidir. Yani hayatınızda örneğin Ahmeti çıkarıp Mehmeti koymanız bir şeyi değiştirmeyecek, sadece aynı şeyleri yaşayıp aynı sonuçları yaşamak, umutsuzluk ve suçluluk duyguları yaratacaktır.
Dediğimiz gibi evlilik ve ilişki sorunları iki tarafın sorumluluğundadır. Buna tekne örneğini verebiliriz evlilik 2 kürekli bir teknedir. Birini siz birini eşiniz çeker. Sadece bir tarafın küreği çekmesi de tekneği 1 adım ileri götürmez, 2 tarafında küreğini çekmemesi yine tekneyi yerinde saydırır.
Cinsellikteki yanlış anlaşılmaların tatminsizlik üzerine kurulan senaryolardır. Eşinizin o an cinsel paylaşımı istememesini sizi istememek olarak algılamanız hem kendinize olan güveninizi azaltır hem de eşinize olan öfkenizi arttırır. Oysa istenmeyen siz değil, o an ki paylaşımdır. Bu durumda ısrar etmemek, uygun alt yapıyı hazırlamak veya ertelemek çözümü arttırıp iki tarafında kendini değerli hissetmesini sağlar. Cinsellik=iletişim ise iletişim düzeltilmeden cinsel paylaşıma girişilmemelidir. Ayrıca kadının da erkeğin de cinselliği konuşması,keyif aldığı noktaları ifade etmesi ve paylaşım esnasında sözel ve bedensel tepki vermesi gerekir. Ülkemizde kadının bu konuyu açık konuşması onun edepsizliği gibi algılandığı düşüncesi yanlıştır. Kişi eşiyle bunu rahatça konuşmalıdır. Bu konuşmalar ise, ilişki öncesi, ilişki anı ve hemen sonrasında olmamalıdır.
İletişimi düşük olan çiftlerin en büyük yanılgıları ise birbirinin zihnini okumasıdır. Eşine soru soramayan cevap alamayan kişi, soruların cevapsızlığından rahatsızlık duyduğu için kendisi cevaplamaya başlar. Oysa genelde kendi kendimize verdiğimiz cevaplar genelde yanlış veya eksiktir. Zihin okuma bir kaygı veya çekingenlik nedenli olabilir. Oysa soracağınız hiçbir soru veya konuşacağınız hiçbir konu zihin okuma kadar acı vermeyecektir.
İlişki veya evlilikte her yaşanan sorunu karşıdakinin psikolojik bozukluğuna bağlayıp buna inanmak ise çözüm çabasından sizi uzaklaştırır. Mesela eşinizle yaşadığınız sorunu onun kişiliğinden kaynaklandığını düşünür ve ona bu etiketi yapıştırır ve çevrenizdekilere de bu şekilde yansıtırsanız bu evliliğin düzelmemesi için ciddi engel olacaktır. Oysa genelde böyle durumlarda iki taraf birbirinin hasta/sorunlu olduğunu iddia eder. Her ilişki, ilişkiyi oluşturan bireylerin ruhsal yapılarına göre de şekil alıp yürüyebilir.
Aldatma konusunda ise temel konu, neyin aldatma olup neyin olmadığıdır. Bu durum toplumsal kuralların net olmamasından kaynaklanır karşı cinsle konuşmak, sohbet etmek, yazışmak, yemek yemek gibi paylaşımların aldatma olup olmadığı net olmadığı sürece yapan kişi her zaman bunu aldatma saymayıp yaptığını savunacaktır. Biri aldatıldığını iddia edip diğeri bunun abartıldığını söyler. Bu farklı bakış açısının çözümü ise en kısa zamanda bunların sınırlarının çizilmesidir. Sonrasında tartışma yaşanmaz. Ayrıca neyin aldatma olup olmayacağı netleştirildikten sonra aldatılma olması halinde de ne olması gerektiği de konuşmalıdır. Bu konuşma kaygı değil, sınırların net olmadığını düşünüyorsanız işinize yarayacaktır.
Aldatma algısındaki hata ise, çevremizdeki yorumların bizim üzerimizdeki etkisidir. Başkasının eşinin yapması sizin eşinizin yapacağı anlamına gelmez. Bir olayın aldatma olup olmaması çevreye göre değil eşler arasında değerlendirilmelidir. Ayrıca hiçbir sorununuz yokken aldatılmış erkek veya kadınların size önerilerini ciddiye almamalısınız.
Size evliliğinizde nasihat verenler daha çok yaşadıkları ve çözemedikleri ile alakalıdır.ayrıca başkasının yöntemini getirip eşinize “buna uygulayacağız” diyemezsiniz.
İlişkide kim değişmeli konusunda ise esas konu döngülerdir. Döngü ; “o bir şey yaptığı için ben de başka bir şey yapıyorumdur.mesela o bana ilgi göstermediğinde bende ona güzel yemek yapmıyorum dediğinizde, Eşiniz ise o bana güzel yemek yapmadığı için ben de onunla dışarı çıkıyorum der. Bu döngü bu şekilde devam eder. Ülkemizdeki sorunlu evliliklerin temeli bu döngülerin kemikleşmesidir. Döngüler karşılıklı olarak kırılmadığı sürece evlilikte iyileşme süreci başlamaz.döngüyü başlatanı bulmanın bir önemi yoktur. Herkes kendi döngüsünü kırmalıdır.
Eşlerin birbirlerinin aileleri ile ilgili yanlış algılamaları da evliliği bozar. Sık eleştirmek, ailenin tutumunu eşinize mal etmek, ailenin tavrını eşinin tavrıymış gibi görmek birer algı hatasıdır. Siz eşinizin ailesi eleştirdikçe eşiniz bunu kendisinden kaynaklanan bir durum olarak algılayıp savunmaya geçer. Siz ise eşinizin kendisini değil, ailesini savunduğunu sanırsınız. Ayrıca bir kişinin eleştiri anında savunma yapması sorun değildir. Sorun eleştirel tutumdadır.
Ülkemizde evlilikler oluşurken kız ailesi evlilikten çok şey beklemezsen erkek ailesi bu evlilikten çok şey bekler. Çünkü ataerkil aile yapısı gereği erkek ailesinin güvencesidir. Hem gelinden hem de damattan çok şey beklenir. Bu kültürel genetiktir. Erkek bu durumda ailesini memnun etme, onların beklentisini karşılama düşüncesinden vazgeçmelidir. Aksi takdirde bu durum eşiyle-aile arasında kalmasına neden olabilir. Erkek aile çoğu zamana duygusal mesajlar, ajitasyonlar ile erkeği arada bırakabilir. Yapılacak şey, tüm kararları eşler beraber almalıdır. Kadın ise bu ikilem içindeki eşine mutlak destek vermeli ritüeller ve zorunlu durumlarda eşini zor durumda bırakmamalıdır. Ailesi ile sınır koyan erkek, eğer eşinden beklediği desteği bulamazsa kendini yalnız hissedebilir, tekrar ailesine yakınlaşabilir ya da hem eş hem de kök ailesinden uzaklaşabilir.
Evlilik, iletişimdir. Hem açık ve net iletişim hem de az eleştiri çok övgü mekanizmasıdır.


SERHAT YABANCI
AİLE-EVLİLİK-İLİŞKİ DANIŞMANI
0505 540 09 77 0216 371 33 83 0532 164 25 84

KENDİNE YETEBİLMEK,,

Merhaba dostlar,bu haftaki yazımı genel formatın dışında, uygulamalı ve önerilerle destekledim. Genel makale formatının ötesinde bir çalışma niteliğinde sunmak istedim.
Kendini tanımakla yola başlayabiliriz. nelerdir eksiklerimiz? nelerdir zaaflarımız,nelerdir içimizde çatışma yaratan şeyler. önce bu özelliklerimizi bilmeliyiz.. sorun tespit edildi mi çözüm oranı %51 olmuştur.
Aşırılıklarımızı, ihtiyaçlarımızı, doyum noktamızı, tatmin noktamızı, yanlış ödünlemeleri bilmeliyiz. Hayatımızda yapılan hataların ortak noktasını bilmeliyiz.Hatalarımızdaki ortak noktalar bizim o konudaki eksikliğimizin göstergesidir.
insanların onayını almak için değil mantıklı ve gerekli olduğu için bir şeyler yapmaktır.alışveriş, giyim yeme-içme vb. tüm davranışlarda olduğu gibi. Kendimize yetebilmemiz için öncelikle özgüvenimizin yeteri düzeyde olması gerekir.
Zaten yetebilmek kavramı yeterli olduğunu düşünmek ile ilintilidir. Kendine yetebilmek ,özgüvenin olması ile ayın zamanda bireyin kendini tanımasıdır.
Şimdi kendine yetebilmek için baştan alırsak:
Kendimize yetebilmek için ,kendimizi tanımalıyız.
özgüven konusunda kendimize güvenip, özgüveni telkinlemeliyiz.
Kendimizi tanıma çalışmalarında eksiklerimizi fark etmeliyiz. İnanın her öz hesaplaşmamızda yeni bir yönümüzü, yeni bir eksiğimizi fark edebiliriz.
Kendine yetebilmek, eksiklerini, zaaflarını,ayin halini almış hataları fark edip, onları tamir etmek ile olur.(şuan bu maddeyi tekrar okuyun. Evet evet tekrar.Sonra bu maddeden kendiniz için bir şeyler çıkarıp yazmaya başlayın)
Kendine yetebilen insan kendisiyle yüzleşendir. Toplumsal onay için değil, toplumsal beğeniler için değil kendisi için yapabilmeli eylemleri, almalı kararları. ( toplum için mi yaşıyorsunuz?)
Neleri değiştirebilirsiniz hayatınızda ? ( Aklınıza neler geldi. Aklınıza gelenler, mutsuz olduğunuz &eksiklik hissettiğiniz noktalardır))
Eksiklerimizi hataları bulabildik mi ?Şimdi eğer bu yazıyı ciddiye alıp okumadıysanız,baştan başlayın. Kağıdınız-kaleminiz hazır mı?
Listenizde, eksik yönlerinizi,bugüne kadar ki hatalarınızın ortak noktalarınızı yazdınız.Şimdi bu problemler için çözümlerini karşısına yazınız.( İllaki çözüm yok derseniz size bir danışman lazım J )
Artık sonuca yaklaşıyoruz. Kendine yetebilmek, kendini tanımak,sorunu tespit etmek ve çözümü geliştirmekle başlar.

Genelde kendimize yetebilmeyi başkası ile iletişim kurmamak veya yalnız yaşamak olarak algılarız. Aslında gerçek, insani özellikler çerçevesinde bunu becerebilmektir.Yani insani özelliğimiz toplumla yaşayarak bunu sağlayabilmektir.. Toplumla iç içe olarak kendimize yetebilmeliyiz. Aksi taktirde yalnızlığa sığınmak; problemden kaçmak ve yetersizlik duygusunun göstergesidir.
İnsani ilişkilerde:
bağımlı olmadan, ama sadık kalarak,
pes etmeden ,ama kararlı olarak,
Kimseye Mecbur olmadan ama insanları kaybetmeyerek,
Yalnız kalmayarak ama anlamsız kalabalıkta boğulmayarak,
Anlık zevkler peşinde değil, genel huzuru yakalayarak
Kendini tanıyarak, ama ne istediğini bilerek ......Bir yaşam sürmeliyiz.
Unutulmamalıdır ki, hayat her acıyı kaldıracak gücü verir insana.En büyük acıları bile insan kaldırabilmektedir.Yine unutulmamalıdır ki; hayatta hiç kimse vazgeçilmez değildir. Vazgeçemeyeceğimiz tek şey, hayata olan bakışımızdır.Olumlu , gerçeği olduğu gibi gören,kaderci olmayan,mutluluğu şansa bırakmayan,kendini topluma adamak yerine toplumsal bir varlık olan bir bakış açısı ile hayattaki tüm acı ve zorlukları aşabiliyoruz. Yeter ki düşüncemizi geliştirelim. Düşünce olmadan duygu olmaz, duygu olmadan anlam olmaz. O halde doğru düşünen doğru davranır-doğru hisseder.
Toplumumuzda son zamanlarda “ kendine yetebilmek “ kavramı üzerine birçok çalışmalar yapılmakta hatta sektörler oluşmaktadır. Psikolojik eğitimler, kişisel gelişim eğitimleri, kendini geliştirme vs. gibi. Bu gibi tüm çalışmalar, doğru karar verebilme, toplumsal uyumu sürdürebilme,mutlu olabilme gibi amaçlara ulaşmak içindir.
Sonuçta kendine yetebilmenin en temel noktası ve düşüncemizdir. Düşüncelerimizi düzenlersek, hayatımızı da düzenleriz. Yaşımız kaç olursa olsun her yaşta “yaşam düzenlemesi “ yapabiliriz. Hiç bir şey için geç değil.
Her an kendimize kattığımız yeni bir şey, yaşamımızın hem şu anına hem de ileriki dönemlerine birer yatırımdır.

Serhat YABANCI
Psikolojik Danışman & Eğitim Uzmanı & Pedagog

7 & 24 Eğitim Danışmanlık Merkezi
0505 540 09 77 – 0216 371 33 83
Kadıköy -İstanbul

HER YAŞIN BİR SENDROMU VAR.. EN ZORU DA 30 YAŞ

Bu hafta, Habertürk,zaman ve posta gazetesinde ve web sayfalarında yayınlanan, makaleyi gönderiyorum. Benim de görüşlerimin yayınlandığı bu makaleyi zevkle okumanız dileğiyle.

İnsanların kendisiyle ve bedeniyle en büyük imtihanı 30'unda başlıyor. '30 yaş sendromu'na yakalanan birinin sonraki sendromları teğet geçmesi mümkün değil! 35 yaşına geldiğinde ise Cahit Sıtkı Tarancı'nın dizelerindeki gibi "Yaş otuz beş, yolun yarısı eder, Dante gibi ortasındayız ömrün" kabullenişi başlıyor. Sonra 40, 50 derken 70 yaş sendromları görülüyor.
Ama insanı en çok etkileyeni 30 yaş... Boşanma ve depresyon vakaları bu dönemde çok görülüyor. 30 yaş sendromunu en çok yaşayanlar ise şehirli insanlar...
Modern çağ insanının ergenlikten sonra kendisiyle ve bedeniyle en büyük imtihanı 30 yaşında oluyor. "30 yaş sendromu" olarak adlandırılan bu süreç, bazıları için 25 yaşında başlıyor (Eyvah otuzuma yaklaşıyorum!), bazıları içinse 35 yaşına kadar devam ediyor. (Eyvah 30 yaşını geçiyorum!) 35 yaşına geldiğinde ise Cahit Sıtkı Tarancı'nın dizelerinde olduğu gibi "yaş otuz beş, yolun yarısı eder, Dante gibi ortasındayız ömrün" kabullenişi başlıyor.
25-35 yaş arasındaki büyük bir çoğunluk "30 yaş sendromunu" kimi ağır bir şekilde, kimi de farkında olmadan yaşıyor. Mesela bir kişi "29,5 yaşındayım" (nasıl bir tanımlamaysa) diyorsa ya da yaşını küçültüyorsa biliniz ki sendromun müptelası olmuştur. Bilimin henüz hakkında ciddi bir çalışma yapmadığı 30 yaş sendromunun ağır sonuçları var. Yapılan araştırmalar, boşanma oranlarının 30'lu yaşlarda yoğunluk kazandığını gösteriyor mesela. Depresyon vakaları da yine bu yaşlarda daha çok görülüyor. Uzmanların da henüz gözlemleme aşamasında olduğu 30 yaş sendromu şehirli neslin yeni bir problemi. Uzman psikolog Neşe Özkarslı, tarlada çalışan bir çiftçinin 30 yaş sendromunu yaşamayacağını söylüyor. Ergenlik yaşını uzatan, üniversite, mastır, kariyer diye hayatında birçok şeyi erteleyen, sorumluluk altına girmeyen şehirliler tüketici olarak geçirdiği 20'li yaşlarından sonra "30 yaş duvarına" tosluyor.
30 yaş sendromu geç kalmışlık hüznü, başaramama kaygısı ve kendini sorgulama, bulunduğu durumu beğenmeme hali olarak tanımlanıyor. Bu sendromu yaşayanlar çoğunlukla ya hâlâ bir iş sahibi olamamış ya da yaptığı işten memnun olmayanlar ve iyi bir işe sahip ama evlenmemiş, kendi düzenini kuramamışlar oluyor. Bir de uzmanların ısrarla vurguladığı beden yaşı 30 olmasına rağmen hâlâ ergenlik psikolojisinde olanlar var ki, bunlar ın durumu çok daha vahim. Prof. Dr. Kemal Sayar, bu tip insanlar için "gelmeyen yetişkinlik" veyahut "tutuklu kalmış yetişkinlik hali" kavramlarından söz ediyor. Gelmeyen yetişkinlik, "hayatı sonsuz bir neşe ve zevk içinde yaşamak için sorumlulukları ertelemek, sonsuza kadar ergen kültürü içinde, vur patlasın çal oynasın gibi tamamen zevkleri ve sadece kendi tatmini peşinde koşarak yaşamak" anlamına geliyor. Popüler kültür de bunu pekiştiriyor zaten. Sayar'a göre toplumda böyle bir gençleşme, hatta gençlikten öte ergenleşme eğilimi var. Buradan yola çıkarak 30 yaş sendromu, bu bir türlü gelmeyen yetişkinliğin bir parçası olarak okunabilir. Yetişkinlik geldiğinde ise bu tür kişilerde telaş, hüzün ve ağır mesuliyet korkusu görülüyor. Sorumluluk, korku ve hüznü genellikle erkekler yaşıyor. Zaten 30 yaş sendromu erkeklerde daha çok sosyal çevrenin daha doğrusu "evlen artık oğlum" diyen ailenin baskısıyla oluyor.
Çalışan şehirli kadının 30 yaş sendromunu irdeleyen bir kitap kaleme alan Banu Toros, birçok kadın için 30 yaş sendromunun, evlenmemiş olmak ve en önemlisi de hâlâ çocuk sahibi olamamak olduğunu söylüyor. Çünkü 30 yaş, kadınlar için sadece yaşlanmak, sorumluluk almak değil çocuk sahibi olmak için riskli bir döneme girmek demek. Son demleri yaşamak demek.
Aslında 30 yaş sendromu kişilerin durumlarına göre kılıktan kılığa giriyor. Mesela sadece evlenmeyen, iş ya da bir düzene sahip olmayanlar değil evli, çocuklu ve iyi bir kariyer sahibi insanlar da yaşıyor bu sıkıntıları. Onlarınki ise psikolojik danışman Serhat Yabancı'ya göre, ulaşılan hedeflerde hayal kırıklığına uğramaktan başka bir şey değil. Yani "Bu muydu idealim. Hayat hep böyle mi gidecek?" düşüncesi. Bu hayal kırıklığı hem evlilik hem de iş hayatı için yaşanabilir. Tatminsiz bir nesil olan modern çağ bireyleri geride koca bir 30 yıl bırakınca, bu hayal kırıklığının etkisiyle riskli kararlar alabiliyor. İşinden, eşinden ayrılabiliyor. İşte bu sebeple Yabancı, 30 yaş buhranına girmiş kişilerin uzman desteği alması gerektiğini vurguluyor.
30 yaşına gelenler ve 30'unu geçenler ne diyor?
30 yaş arada kalmaktır; ne geriye dönme şansınız var, ne ileriye doğru gitme cesaretiniz, orada öyle sıkışıp kalırsın...
Bu dünyada 30 yıldır varsınızdır ve sorgulamaya başlarsınız kendinizi; ne üretmiş, yaşam adına ne koymuşsunuzdur ortaya... Bir de tabii aile efradının beklentileri tavan yapmıştır, bekârsanız ne zaman evleneceksiniz, evliyseniz ne zaman çocuk yapacaksınız.
Hiç üzülmeyin 30 yaşında olduğunuz için. Ben mesela yeni jenerasyondan nefret ediyorum! Küstah, metroda sağda mı solda mı duracağını bilmeyen, babası yaşındaki insanlara "çekilsene" diyenlerden olmak istemezsiniz.
Üniversiteden mezun olduğumda hep 30 yaşlarında olmayı istedim... Olgun olmayı isteme gibi gereksiz tripler işte.. O zamanlar 30 yaş grubunu baya büyük görürdüm. Şimdi o gruptayım ama kendimi hiç öyle büyük biri gibi hissetmedim.
Bu bunalımın esas nedeni, kendinizi 30 yaşında görmek istediğiniz yerin hayali ile 30 yaşında bulunduğunuz yer karşılaştığında ortaya çıkan farktır.
30 yaş sendromuyla ilgili açılan forumlardan alındı.
Yaşını söyle, sendromunu söyleyelim!
18 yaş: Ülkemiz için 18 yaş sendromu ergenlik dönemiyle birlikte başlıyor. Bu süreçte bedensel gelişimin yanı sıra ruhsal ve psikolojik değişimler de yaşanıyor. Dolayısıyla hem aile için hem de kişi için sancılı bir süreç oluyor. Dünyada 18 yaş sendromu ergenliğin dışında bir anlam daha taşıyor. 18 yaş reşit olmak, üniversite için aileden uzaklaşmak ve artık kendi ayakları üzerinde durma zorunluluğu demek. Bizde çok daha sonraları yaşanan bu endişe özellikle Avrupa toplumlarında 18 yaşında baş gösteriyor.
24 yaş: Üniversite, askerlik derken hem iş hem de eş dönemi başlıyor. Bu yüzden 20'li yaşlar özellikle de 24 yaşında, işe girme endişesi ve bir düzen oturtabilme isteği, bunları başaramama korkusu bir arada yaşanır. Bol sivilceli ve stresli bir sendromdur.
30 yaş: İçinde bulunduğumuz zamana has bir sendromu olmakla birlikte detayları haberimizde yer alıyor.
35 yaş: Malum, ömrün yarısı anlamına geliyor. Artık amca-teyze-dayı tanımlamalarını daha çok duymaya başladığınız bir dönem olduğu için, hayatın sonuna yaklaşıldığı için hüzünlü bir ruh halidir 35 yaşına girmek.
40 yaş: Özellikle erkekler için riskli bir yaş sınırı. Çünkü Prof. Dr. Osman Müftüoğlu'na göre bu yaştan sonrası iç sorgulamaların ve hesaplaşmaların yoğunlaştığı, ilişkilerin hoyratlaştığı yeni bir zaman dilimi haline gelebiliyormuş. Tabii bu sendroma erkekler kadar kadınlar da kapılabiliyor. Gençlik yılları hatırlanıp "Nerede kalmıştık?" diyerek hem imajda, hem hal ve tavırda hem de yaşam şeklinde olmadık değişimlere gidilebilir. Yakın çevresini şaşırtacak cinsten her türlü radikal değişimler olabilir bunlar. Kadınlar için bu yaşlar menopozun başlangıç evreleridir. Onlar da ergenlik dönemindeki psikolojik buhranların yeniden yaşayabiliyor.
50 yaş: Erkekler için fiziksel değişimlerin başladığı yıllar. Orta yaş sendromu olarak da tanımlanan bu süreçte erkeklerde ve kadınlarda kronik ağrılar, yorgunluk, depresyon, sinirlilik, öfke gibi durumlar baş gösterebiliyor. Aslında daha önceki nesillerde bu yaşlar bilgelik yaşlarıydı. Aileyi ayakta tutan bağ olan, çocuklara ve torunlara hayat dersleri verilen çağlardı. Ama günümüzde gerek sosyal yapının değişmesi gerekse hormonal dengelerin bozulması sebebiyle bu dönemler hem kişi için hem de yakın çevresi için sendromlu geçiyor.
70 yaş: Buna daha çok "yaş yetmiş iş bitmiş" sendromu diyorlar. Ama anti-aging akımıyla 70 yaşında dinç insanlarla karşılaşıyoruz. Beden iyice eskimiş olabilir ama mühim olan, ruhun genç kalması. Eğer daha önceki sendromları sorunsuz atlattıysa 70 yaşına ulaşanları bedensel hastalıklarının dışında bir şey kolay kolay yıkamıyor.


Serhat Yabancı
Psik.Dan. – Yazar
bilgi ve Randevular için:
serhatyabanci@hotmail.com

0216 399 99 30
0505 540 09 77


Hemen HER YAŞIN BİR SENDROMU VAR.. EN ZORU DA 30 YAŞ hakkında uzmana sorunuzu danışabilirsiniz

Neden Yalnızız

Belki de insan alemi hiç bu kadar yalnız hissetmemişti kendisini. Bu çaresizlik mi, ilgisizlik mi duygusuzluk mu bilinmez ama sonuçta insanlık alemi yalnızlığa doğru hızlı bir şekilde yol almaktadır.yalnızlık, bir kaçış olsa da artık bir zorunluluk ve mecburiyet halini almaya başladı. Yalnızlık bazen duygusuzluk gibi görünse de ,duygusuz kalmaktır,sevilmemektir.sevdirememektir kendini. Her ne kadar gelişen toplumla beraber yalnızlık özenti halini alsa da ,yalnızlığı tercih edenler zamanla birliktelikler için tekrar paylaşım içine girmek, gruba –aileye dahil olmak isterler. Ergen çocuklarda bu durum daha keskin belirmiştir. Ergen, yalnız kalmak, bağımsız bir hayat kurmak ister ama zamanla bu durum onu yıpratmaya başladığı için tekrar aile ile iletişime geçmek, onların desteğini görmek ister. Toplumumuzda batıyı model almaktan dolayı bir bağımsızlık perdesi altında yalnızlaşmaya gidiş görülmektedir. Kişiler özgürlüğü akıl yaşamayıp yalnız kalmak ile özdeşleştirmektedirler. Bu durum özgürleşmenin değil, bireyin kendini boşlukta, sahipsiz, amaçsız hissetmesine götürmektedir. Batıda bu durumdan dolayı artık aileler 18 yaşından sonra çocuklarını bırakmak istememektedirler.

Ebeveynler, yalnızlık duygusunun önlemi için çocuklarını yankında tutmak, çocuk yapmak gibi önlemler almaktadır. Sosyal açıdan yalnızlık, Altunkaya tarafından şöyle ifade edilmiştir “insana asıl ağır gelen yalnız kalması değil çağırdığı zaman kimseyi yanında bulamayacağını bilmesidir”. Aslında kişi yalnız olmaktan değil, bir ömür boyu yalnız kalmaktan kaygılanmaktadır. Bu durum ise kişinin kendini çaresiz,değersiz hissetmesine neden olmaktadır.

Esas yalnızlık, kısa süreli yalnızlıklar değildir. Bu yalnızlıklar yalnız kalmak,kendimizle hesaplaşmaktır. Bunu destekleyip önermekteyim. Kişi yalnız kalıp,kendini hayatı, yaşamını ,duygu ve düşüncelerini sorgulamalı bu süreç sonunda kendini tanımalıdır.



Yalnızlık durumunun bastırılması için birey kendine çeşitli uğraşlar, etkinlikler geliştirebilir. Bu durum daha çok geçici çözümler olup aynı zamanda da gerçeği görmezden gelmeyi veya kabullenmeyi destekler. Sosyal açıdan bireyin içe kapanması, kendine dönmesi,paylaşımlarını minimize etmesi,bilişsel bakışlarında bozulmaların ve sapmaların olması gözlemlenmektedir.



Ülkemizde yalnızlaşmaya- yalnız yaşamaya doğru bir artış söz konusudur. Bunun sosyal nedenlerinden biri de insanların birbirine tahammül edememesi ve sorumluluk almak istememesidir. DİE nin araştırmasına göre,toplam 1 milyon 664 bin hanenin 95 binin de tek kişi yaşıyor. Bu durum rakamlar ciddi bir göstergedir.
Aslında yalnızlık sadece sayısal olarak da ölçülemez. Yalnızlık, kişinin içinde yaşadığıdır. Hissettiğidir. Bazen kalabalıklar içinde de kendimizi çok yalnız hissedebiliriz. 30-50 kişilik bir işyerinde de yalnız olarak nitelendirebiliriz kendimizi. Yalnızlık bu açıdan bir sayı değil bence algılayıştır-hissediştir. İşte İstanbul bunun güzel bir göstergesidir. İstanbul un sosyal tanımını hep şöyle yaparım.” Yalnız kalabalıklar şehri İstanbul”



Yalnızlık duygusu kişide kendi içinde çözümler üretmektedir. Fakat bu çözümler bazen anlık ve tamamen haz ilkesine hitap edebilir.
Yalnız insanlarda ;



ü Yalnızlığını bir bedensel temas ile o an için aşmaya çalışmak,
ü İnternet veya bilgisayar oyunlarına bağımlı olmak,
ü Devamlı kalabalıklara karışıp yalnızlığını görmezden gelmek,
ü Yalnız kaldığında gereksiz anlamda, alışveriş yapmak,
ü Saatlerce telefon ile konuşmak,
ü Kendini işine adamak, buna bağlı olarak da başarılı olabilmek Ama tatmin olamamak.
ü Yüksek kazançlar sağlamak istemek, kendisi için harcama yapmamak.
ü İlişikleri çabuk tüketmek. Beklentilerinin hemen tatmin olmasını beklemek.
ü Devamlı bulunduğu ortamdan veya toplumdan ilgi beklemek,
ü Cinsel ilişkiler veya karşı cinstekilerle paylaşımları sınırlı tutmak.
ü Yoğun duygusal-sosyal ilişkiler yaşamaktan-bağlanmaktan kaçmak. Sosyal ilişkilerde yüzeysel olmak.
ü İçekapanık(asosyal) yapıya sahip olmak
ü Topluma karşı paranoyalar beslemek.
ü Yaşantılar sonucu toplumdan uzak kalmayı tercih etmek. ( saldırıya maruz kalmak,tecavüz, gasp…)
Ø Birey varolduğu ortamda hem kendini üstün görüp hem de onlara muhtaç olduğunu bildiğinden bu çatışma onları yalnızlığa itmektedir.




Erich F, nörotik insanlar, tam bir boyun eğişe razı olmayan , hürriyet ve bağımsızlık mücadelesini terk etmeyen kişilerdir. Ama bunlar da bağımsızlığın getirdiği yalnızlık be emniyetsizlik ile hürriyet anlayışı arasında ki çatışmayı çözememiş, bu ikilem arasında sıkışıp kalmışlardır. Fromm “un da belirttiği gibi bağımsızlaşmak ile yalnızlık arasında ki çatışmayı çözemezsek durumumuz mutsuz ve çatışma arasında kalmış birey halidir.



Bütün insanlar toplumda değer görmek, sevilmek ilgi görmek isterler. Fakat bazen değer görmek isteyen birey, kendini değer görmek istediği kişiye,gruba topluluğa üstünlük tavrı sergiler. Üstün olduğunu farklı olduğun göstererek değer ve ilgi bekler. İşte burada düşünsel ve davranışsal hatanın ilk sonucu kişinin yalnız kalmasıdır. Sonuçta insanlar kendilerinden farklı olana, uzak olana, üstün olana değil, kendine benzeyene, aynı düzeyde olana değer verirler. İlişkilerdeki çekim teorisinde olduğu gibi benzerlikten hareket ederler. Bu nedenle farklılaşmak,kişiyi yalnızlığa itmektedir.



Otorite sahibi kişilerde farklı bir yalnızlık türü vardır. Müdür, amir, patron komutan….. tabi bunlar genel olmamakla beraber şu durum ortaya çıkmaktadır.
Yetkisi itibariyle astıyla seviyeli olmak, samimi olmamak, sıcak ve derin iletişimlere girmemek isteyen kişi, zamanla kendini makam odasında yalnız hissedebilir. Çünkü her zaman çevresinde kendisiyle aynı seviyedeki makamdaki insanları bulamayacaktır. Ayrıca zamanla bu kişiler ,ilişkide bulunacakları insanların önce işini ve makamını sorarlar. İlişiklerinde tek tip kategorize edilmiş bir sosyal ağ vardır.



Kişiler arasında elbetteki mesafe olacaktır. Gittiğiniz lokantada garsonla kanki olmanıza gerek yok. Ya da müdürünüzle can ciğer olmaya da gerek yok. Ama genel felsefemiz olarak insanları kategorize ettiğimiz sürece, itici itilmiş, ve sevilmez biri olarak biliniriz. Bu etiketi de taşımak zordur.




Peki evliliklerde yalnızlık nasıl ?


Eğer eşinizle aranızda bir mesafe söz konusu ise siz bir evde iki kişilik yalnızlık yaşıyorsunuz. İstediğiniz kadar ona sarılın, beraber paylaşımlarda bulunun..
Ama içinizdeki o yalnızlığı eşiniz doldurmaz. Böylece eşlerden biri devamlı bir mutsuzluk ve arayış içinde olur.. evli insanların yalnızlığı daha yıpratıcı olmaktadır. Kişi bunu kabullenmemektedir. Bu nedenle bu durum beraber çözülmelidir.


Aşk ve yalnızlık.


Aşklarda yalnızlık, bağımlı bir ilişkidir. Kişinin çevresinde kimse yok ise ve duygusal anlamda yalnızlığını size yönlendirmişse siz onun her şeyi olabilirsiniz. Sensiz bir hiçim,sen olmayınca mutlu olamam… gibi keskin ifadeler yalnız insan psikolojisinin ürünüdür.yalnız insanların hayatlarında tek olmak çok büyük sorumluluktur. Çok şey beklerler. Sizin üzerinize çok büyük maçları vardır. Tıpki evin tek çocuğu gibi. Anne bana tüm geleceklerini çocuğa endeksler gibi yalnız insan da her şeyini sevgilisine endeksler.


Yaşlılıkta yalnızlık.


Yaşlılar, yakınları ile birlikte yaşadıkları zaman daha mutludurlar. Ataerkil ailelerdeki yaşlılar kendilerini emniyette hissederler. Küçükler kendisine hürmet ve muhabbet gösteriyorlarsa; hayatla olan bağları daha da sağlamlaşarak ruh ve his dünyalarında mutluluğu tadarlar.(alıntı) yaşlılarında en büyük sorunu yalnız kalmaktır. Çünkü ailelerin çocuk yapmalarındaki temel amaçlarından biri de yalnız kalmamaktır.


Yalnızlık ve psikolojik durum


Kişinin psikolojik durumu onun yalnız olmasını yada yalnız olması psikolojik durumunu belirler. Eğer yalnızlık acı veriyorsa, günlük faaliyetlerden uzaklaşmışsa, kendini izole ediyorsa, iletişim çok zayıf ise depresif belirtilerin varlığı ortaya çıkmıştır. Uzman desteği gereklidir. Bu durumlarda yalnızlık kendi içinde gizli depresyonu da barındırır.




Yalnızlık için;

ü Arkadaş konusunda cömert olmalıyız. Ama unutmamalıyız ki , esas olan dosttur. Herkesle arkadaş olunur. Ama herkes dost olamaz.
ü Sosyal açıdan bizi sınırlayan teori ve düşüncelerden arınmalıyız.ilişik kurmayı bilen ve sınırlarını çizen herkes çevre edinebilir.
ü Kendimizi sorgulamalıyız. Biz neden arkadaş edinemiyoruz ..bu tip durumlarda üstün çekingen olmak-görmek-bencil olmak- gibi cevapları bulabilmeliyiz.
ü İlişkilerimizde gündelik beklentileri değil uzun vadeli hedefleri amaçlamalıyız.
ü İnsanlara güvenmek konusunda önyargılarımızla değil, ortam ve iletişimin boyutuna göre hareket etmeliyiz. İnsanlara güvenmediğimiz sürece derin ve güvenilir ilişikler kuramayız.
ü Arkadaşlık ve dostluk kriterlerini gerçekler üzerine kurmalıyız. Statüsel ve makamsal kriterler sağlıksızdır. Güçlü görünmek ve Özgüven eksikliğinin göstergesidir.
ü Karşı cinsle olan ilişkilerde karşılıklı beklentilere duyarlı olmalıyız.
ü Eğer yalnız isek bunu reddetmemeli kabul ederek çözümleri araştırmalıyız. Geçici çözümler sadece günü kurtarır. Yani balık almak yerine balık tutmayı öğrenmek gibi.
ü Yalnızlığı yenmek için gerçekçi olmayan yöntemler yerine bizi geliştirecek aktiviteler bulmalıyız. İletişim yüz yüze olmalı ilkesini unutmamalıyız.
ü Eğer içimizdeki duygusal yalnızlığını nedenini bilemiyor isek bir uzmandan yardım almalıyız. Bu durum yaşamsal bir kalıntı veya psikolojik bir problemin göstergesi olabilir.
ü Gittiğimiz her ortamda iletişime açık mesajlar vererek sosyal hayata çabuk girebiliriz. Genelde yen gidilen ortamlarda ilk izlenim ve ilk bakış açısı sonraki zamanları da belirler.
ü Yalnız kalmak ve yalnız olmak, kendine yetebilmek değildir. Yalnız kalarak bunu test etmemeliyiz. Yalnız olmak ve kalmak uzun süreli ise, kendimize yetmediğimizi gösterir.



Yalnızlığımız, bizi biraz daha geliştirsin ki, kendimize yetebilelim

İlişkilerimizin Psiko-Sosyal Analizi

İlişkilerimiz her ne kadar çok boyutlu olursa olsun bizim için temel ilişkiler, seçici ilişkiler, zorunlu ilişkiler yüzeyse-derin ilişkiler olmak üzere birbirinden şekil ve içerik olarak değişik ilişkiler yaşarız. Bu yazımda daha çok ikili ilişkilerin toplumsal yönü ile psikolojik boyutu, bizi hareket ettiren alt düşünceler, psikolojik yapımızın ilişkimize etkileri gibi konulardan bahsedeceğim.

İlişki ilk olarak bireyin dünyaya gelmesi ile kendisi ve annesi arasında başlar. Daha sonraki süreçte ailenin diğer üyeleri ve sosyalleşme sürecine dahil olduktan sonra ise çevre de bu sisteme dahil olur. O halde ilk ikili ilişkiler aile de ve yoğun olarak da anne ile başlar. Annenin psikolojik durumu, sevgisi, çocuğa olan bağlılığı,ihtiyaçları gidermesi,sarılması dokunması vs. gibi tüm eylemleri bireyin hem ruhsal sağlamlığının temellerini atar hem de güvende hissetme, kaybetme korkusu,bağımlılık,özgüven-özgüven kaybı gibi temel duygu ve düşüncelerin temelini atar. Annenin çocuğuyla ilgilenmemesi,ağladığında ihtiyacını gidermemesi, arada ilgisiz davranması çocukta değersizlik –kaybetme korkularını temelini atmaktadır. İleri ki yaşlarda birey, ilişkide hep kaybetmemek için daha fedakarlık etmek, daha çok taviz vermek, bağlılık yerine bağımlı olmak gibi hem kendini hem de karşıdakini yıpratıcı tutumlar sergiler.
Genel olarak bakıldığında ilişkilerin yürütülmesinde temel sorun özgüven sorunudur. Özgüven sorunun göstergeleri;

kıskançlık : kıskançlık ta herhangi bir somut neden olmasa bile kişi bilinçaltındaki kaybetme korkusundan dolayı tamamen hükmetmek,partnerini kontrol altına almak,kafasında yarattığı senaryoları test etmek ister. Kıskançlığın temelinde kişinin kendini yetersiz hissetmesi ve başkasının tercih edilmesi düşüncesi yatmaktadır. Mesela Kıskanç erkek ,partnerini diğer kadınlardan daha güzel ve çekici görür,başka erkeklerin ona bakacağını, partnerinin ise onlara kapılma ihtimali olduğunu düşünür. Partnerini üstün gördükçe kendini de yetersiz görür. Bunun yanında kıskançlığın sosyolojik boyutu da vardır. Yani öğrenilmiş kıskançlık.mesela kadın, çevresinden hatta annesinden erkeği kıskanmayı bir cinsiyet özelliği olarak öğrenir. Nedensiz bir şekilde eşini kıskanır. Burada ise toplumsal anlamda aşılanmış cinsiyete özgü bir tutum vardır. Kıskançlık bazen de kıskanılan kişide “seviliyorum” duygusu yarattığı, bu durum üzerinden ilgi ihtiyacını giderdiği için kıskanılmayı sürdürür. Gerçekçi olmayan partnerler veya sanal ilgiyi bilerek yakalatmaya çalışır. Burada ise kıskançlık bir ilgi çekme ve sürdürmek için araç özelliğini almıştır.

Sen benim her şeyimsin(bağımlı ilişki).Eğer siz partnerinize “sen benim her şeyimsin “diyorsanız ,siz bir hiç saymışsınız kendinizi. Onunla varoluşunu tamamlamak, yetersizliğinizi kapatmak istemişsinizdir. Çünkü siz yeksiniz. O da yek. Ama ilişki iki kişiliktir. Tek kişilik yaparsanız biri yoktur. Bu cümlenin analizinde kişinin kendini yetersiz değersiz,kişiye bağımlı hissedişi vardır. Bağımlı ilişkiler yaşayan kişilerin temel cümlesi “ Sen benim her şeyim sin”dir.bağımlı ilişki yaşayanlar,karşıdakini çok yüceltip,en küçük bir harekette hayal kırıklığı yaşayanlardır. Tüm yaşamını o kişiye göre planlarlar. O insanın olmamasını düşünmek bile kişide kaygı yaratır.bağımlı ilişkilerde aşırı yüceltmek, tüm beklentilerini partnerine yüklemek, hayat=partner gibi eşitleme vardır.

Bağımlı ilişkide birey sosyal hayatından kopuk yaşar. Arkadaşları,ailesi ikinci plandadır. Tüm zamanını ve paylaşımlarını partneriyle geçirmek ister. Bu tip ilişkiler en yoğun yaşanan ama en zor ilişkilerdir. Kopması zor, ama ayrılık acısı en ağır olan ilişkilerdir. Bağımlı ilişkilerde kişi ,ilişkinin devamı için partnerinin her dediğini yapar. Devamlı tavizler verir. Onu elde tutmak için mantığına ters olsa da her şeyi dener. Tıpkı sevgilisi için cinayet işlemek,banka soymak, vs gibi.

Aslında bağımlı ilişkilerde (yani ben buna, sen benim her şeyimsin ilişkisi diyorum.) kişi bağımlı olduğu partnerine gizli öfke bulundurmaktadır. Çünkü partneri,onu zor durumda bırakmış, tavizler verdirmiş özgürleşmeye çalışmıştır. Ama kişi öfkesini partnerine değil de ,tepki veremeyen kendine yöneltmiştir. Bu nedenle her gün kavgalar nedensiz suçlamalar bu ilişkilerin temel özelliğidir. Olmadık yere sorun çıkarma, partnerine acı çektirme,problem yaratma gibi olayların temelinde intikam duygusu yatmaktadır.

İlişkide partnerini değiştirmek (adam etmeye çalışmak) Bu tip ilişkilerde kişi,partnerinin kendisine uymadığını,anlaşamadıklarını,beklentilerinin farklı olduğunu bildiği halde onu değiştirmek, ona babalık&annelik yapmak istemektedirler. Fakat genelde A nın tüm girişimlerine rağmen partneri B adam olmaz.:-). Aslında B bu durumdan çok memnundur. A ona ilgi,sevgi, koruyuculuk göstermektedir. Ve B nin anın aklına ve önerilerine de ihtiyacı yoktur. Fakat B, bu ilişkiden memnundur. A nın bu özelliği Ayı yıpratırken B yi ise mutlu etmekte ama ortak beklentiler olmadığı için ilişkinin süreci ve boyutu değişmemektedir.Yani ilişkide anne veya baba olmak, karşıdakini objektif değerlendirmeyi engeller. Bu nedenle ,partnerimize her zaman bir sevgilinin ötesinde rol karmaşası yaşamadan yaklaşmalıyız.

Kendimi 20 yaşında hissediyorum. Genelde genç görünmek, bedensel estetiğin prim yaptığı çağımızda çok revaçta. Kişi ,kendini olduğu gibi görmek yerine, hissettiği (hissettiğini sandığı ) yaşını söyler. “40 yaşındayım ama halen kendimi 20 yaşında hissediyorum”. Aslında ilişki açısından baktığımızda bu fikre sahip kişiler, olanı değil olması gerekeni temel aldıkları için devamlı bir erteleme, sorumluluk almama,ciddi adımlar için erken olduğunu düşünme fikri ile hareket ederler. Bu nedenle ortalama evlilik çağına gelseler bile halen evlilik bu fikirlerinden dolayı farkında olmadan zamanındaki kararları kaçırırlar.hatta, ileriki yaşlarda bile,kendilerini hareket ettiren temel düşünce “ruhum genç” düşüncesi olduğu için sıra dışı davranışlar görülebilir. 50 yaşında olup, çıtır sevgili yapmak, ninelik yaşında mini etek giymek b. Göstergeler bunun örnekleridir. Aslında önemli olan öncelikle kişinin kendisiyle barışık olması ve yaşını çekinmeden söylemesidir. Yaşı saklamak,hayatı yeterince yaşayamama kaygısının göstergesidir. Sonuçta insanın pozitifliği yaşıyla değil hayatı yaşayışıyla alakalıdır. Ayrıca 20 li yaşların en mutlu yaşlar olduğunu da kabul edemeyiz.Kişinin yaşıyla barışık olup, duygularını ise en heyecanlı şekilde yaşaması mümkündür. Ama önemli olan yaşının da gereklerini zamanında yapmasıdır.kendini olduğundan yaş olarak küçük kabul edenlerin aslında temelde sorumluluktan kaçtıklarını söyleyebiliriz. İlişkiler açısından kendini 30 lu yaşlara gelip halen küçük yaşlarda gören biriyle evlilik yolunda sıkıntı yaşanılır. Acaba yaşanılacak daha çok şey var mı ? Sorusu ile ikili ilişkilerde ciddi kararların alınması zorlaşmaktadır.

Az görüşüp kopamamak kişinin partneri ile beraber geçirdiği zamanın az olması ve ağırlıklı olarak sanal yollardan (telefon,Internet,sms vs.) ilişkinin sürmesi durumunda bu tip ilişkilerin bitmesi uzun sürer. Arada bir alınan haz ve mutluluk ile ilişki umudunu tazeliyor. Hep o anın hayalini ve hedeflere ulaşmayı hayal eden çiftler,dayanma gücü ve mücadele gücü bulmaktadır. Ayrıca ilişki yaşanmadığı ve yıpratılmadığı için mükemmel çift görünümü vardır. Görüşüm şudur ki; bu tip ilişki yaşayanlar bir araya geldikten sonra ilişkileri yeni başlayacağından birbirini tanımaları için flörte devam etmeleridir.

İlişki hedefleri : ilişkinin gerek başlanması gerek devamında hedefler ortak değil ise o ilişki 1.ayından itibaren ilişkinin temel sorunu aslında ortak hedeflerle buluşamamak olabilmektedir. Hedefler ortak ise, kısa sürede ciddi adımların atılması kaçınılmaz olur. Mesela evlenmek istiyorsunuz.Sizinle evlenmeyecek biriyle ilişki yaşamanız ve sürdürmeniz hem sizi yıpratır hem de öfke,suçluluk,pişmanlık gibi duyguların oluşmasına zemin hazırlamış olursunuz.

Baskı .ilişkilerde çevrenin ve ailenin baskısı kişinin kararlarını ve ilişkiye bakış açısını belirler. Annenin kariyerli damat hevesi veya uzun boylu gelin hevesi, ailenin size yakıştırdığı aday modeli v.s. sizin tercihlerinizin altındaki telkinleri oluşturur. İngiltere’de bir üniversitede yürütülen araştırmaya göre, çocukluklarında babalarıyla ilişkileri iyi olan kadınlar, büyüdüklerinde eş tercihlerini babalarına benzer fiziksel özellikler taşıyan erkeklerden yana kullanıyor.Mesela Freud; seçtiğiniz kız annenize, seçtiğiniz erkek babanıza benzer olabilir.

İlişkilerde üçgen aşk : bu tip ilişkilerde taraflardan birinin yaşadığı ilişki veya evlilikte gerginlik yaşaması,mutsuz olması,duygusal-cinsel açıdan tatmin olmaması durumunda bu olumsuz durumu azaltacak 3.bir kapı bulur. Bu 3. şahıs karşı cinsten biri olduğu gibi samimi bir hemcinsi de olabilir. Burada kişi, ilişkisinde yaşadığı gerginliği,olumsuzlukları 3 kişiyle paylaşarak azaltmaya çalışır. Özellikle ilişkisi olumsuz gittiğinde 3. kişiye daha da yakınlaşır. 3. kişi ,her zaman stresin atıldığı,paylaşıldığı bir terapist gibidir. Aslında bu aldatmadır. Fakat kişi bunu yaparken haklı nedenleri olduğunu düşünür. Ve 3. kişiye yaklaşmasını eşinin olumsuzluklarına bağlar ve böylece de içsel anlamda rahatlar. Ama bu 3.köşe, arkadaş,içki,uyku,internet,metres,oyun.. vs. gibi kılıflarda da olabilmektedir.hatta bazen anne-baba da olabilmektedir. 3.köşeye sığınmak sadece o anki stresi azaltır. Ama sorunu çözmez. Bu nedenle kaçmak yerine sorunun üzerine gitmek çözümü getirir.

Aşkın gözü kördür. Bu konudaki görüş şudur : aşık olduğunuz kişinin bir yönünü aşırı yücelttiğiniz için diğer yönleri gölgede kalır,göremezsiniz. Bu nedenle biz sadece beğendiğimiz yönleri hep görürüz. Gölgede kalan kısımlar ise yücelttiğimiz kısım değerini yitirdikçe ortaya çıkar. Bu nedenle aşk varolan her şeyi göremez.bunun yanında insanlar kabul görmek için ilk tanıştıkları zamanlarda mükemmeli oynarlar. Karşıdakinin tanıma nasıl tanıyacağını bilemezler. Hatta toplumumuzda 3-4 yıl flört edip aniden ayrılan çok çift görüyoruz. Nedeni ise; bu çiftler yıllarca sadece sosyal-duygusal-cinsel anlamda paylaşımlar yaşadılar. İlişkinin geleceği, ilişkinin sorunları konuşulmadı.yıllar sonra konuşulduğunda ise; biz çok farklıyız” denilerek ayrılışlar olmuştur. Flört etmek bizim toplumda ,birbirini tanımak için değil,paylaşım ve güzel zaman geçirmek için değerlendirilir.

Zor zaman kararları: İnsanlar zor zamanlarında daha çabuk ilişki yaşama veya evlilik kararı alırlar. Kendini güvende hisettmeme, yaşının geçtiği kaygısı,ekonomik sorunların olduğu dönemler gibi …. Mesela ABD yapılan bir araştırmada, 11 eylül olaylarından sonra uzun süreli ilişkilerin arttığı,sex oranının arttığı tespit edilmiştir. Kişiler zor dönemlerinde daha çabuk karar alırlar. Ama önemli olan anlık kararlar almak yerine uzun vadeli bir durum için kararları zamana yaymaktır.

Kimyasal –arkeolojik aşk bazı ilişkiler heyecanını yitirirler. Aslında ,her ilişkinin zamanına göre bir aşk kimyası vardır. Fakat insanlar bunun ne olduğunu ve nasıl yaşacağını bilmezler. Burada ilişkiyi sürdüren aşkın kimyası değil,ilişkinin arkeolojisi,yani tarihidir. Sırf 20-30 yıldır ortak bir geçmişleri-yaşantıları oldukları için ilişki devam edebilmektedir.

Neden hep aynı hata. Kişi yaşadığı ilişkilerde hep aynı sorunu ve hep aynı tip ilişkiler yaşıyor. neden vazgeçmemektedir? Burada esas olan daha önce yaşadığı ilişkiden dolayı benzer bir ilişki yaşayarak ustalaştığını, bunu tecrübe ettiği için kendine olan güveninin yüksek olduğunu ve tecrübesine bağlı olarak başarılı olacağı kanısıdır .ustalaşmak ve başarmak için aynı ilişkiyi bir daha yaşamak ister. Geriye dönüp baktığında hayatına giren kişiler,ilişkilerin şekli benzerdir. Bu benzerlik ise o insanın ilişkide ne aradığının cevabıdır. Eğer aradığı şey bulduğu cevap değil ise yanlış şeyin peşindedir.

Yasak ilişki ilişkinin yasak olması, onun haz oranını artırır. Çünkü salgılanan adrenalin hormonu ile kişiyi daha da çekici kılar. Yani cinselliğin en çok bastırıldığı toplumlarda cinsel suçların daha fazla işlenmesi gibi. Aynı zamanda aile ve toplum içinde istediği değeri görememiş kişi, yasak veya toplumun değerlerine aykırı biriyle ilişki yaşarak ilgiyi ve dikkati üzerine çekebilir. Böylece insanların ona akıl vermesi,onu vazgeçirmek için değer vermesi de onun bu ilişkiyi yürütmesi için birer nedendir. Bu nedenle o tam aksine ilişkiye daha sıkı sarılacak,bu şekilde de kendini göstermiş-kanıtlamış olacaktır.

Sonuç olarak her ilişkide kişinin bir haz noktası vardır. Fakat gerçek şudur ki; ruh haliniz, hayatınızda ilişkide olduğunuz kişinin elinde olabilmektedir. Bu nedenle doğru insanı seçmek, doğru psikologu seçmek gibidir. Aksi taktirde bütün erkeklerin/kadınların ayın olduğunu düşünürsünüz.

İlişkilerde benim önerdiğim yöntem, benzerlik ve tamamlayıcılık ilkesi üzerinedir. İdealler, inançlar, kariyer, ekonomik düzey, yaşam standardı,hayattan beklenti konusunda benzerlik, uyum,iletişim ve paylaşım konusunda ise tamamlayıcılık esasına göre tercih yapmalıyız. Hayatımızdaki insanı ne göklere çıkarmak ne de yerin dibine sokmaya gerek yoktur. Her ikisi de zarar verir.

Unutulmamalıdır ki; hayatta hiç kimse vazgeçilmez değildir. Tek vazgeçemediğimiz hayatımızdır.

Evlilik Programlarının Psiko-Sosyal Analizi

Son zamanlarda moda olan izdivaç programları yediden yetmişe herkesin gözünde ve dilinde.RTÜK ün yaptığı araştırmada,izdivaç programları izlemelerde ilk sırada yer alırken aynı şekilde en çok şikâyette ise yine bu programlar ile ilgili olmaktadır(www.psikioloji.gen.tr)

Toplumumuzda evlilik, hem kurum olarak hem de şekil olarak ciddiye alınan dini,sosyal ve duygusal bir sistemdir.. Programlarda ilişki uzmanı olarak görev alıp olayı yerinde görme fırsatım oldu.Bu vasıta ile bilgi edinip fikir edinmem kolaylaştı.

Programların şekli ve içeriği ve reytingleri ile fazlalığı gözleri bu programlara yöneltti.programın içeriği özellikle birer eleştiri nedeni olmaktadır. Özellikle evliliğin şekli itibariyle,sadece görünüşe ve sayısal vasıflara ( maaş, yaş,boy ev,araba..) bakılarak adımları atılması ve sonucun kısa sürede ortaya konulması gereği, programlar hakkında olumsuz bakış açıları oluşmasına neden oluşturur.

Bu programlar aynı zamanda ülkemizde : yalnızlığın boyutlarını, insanların evliliğe bakış açısını ,hangi vasıfların talep gördüğünü,bu konuda yara almış kişilerin psikolojik yapıları gibi pek çok konuda bilgi sahibi olunmasını sağlamıştır.konu ile ilgili analizden önce uyguladığın anketin sonuçlarını da paylaşmak istiyorum.

Evlilik programları vasıtasıyla gerçekleşen evlilikleri güvenilir buluyor musunuz?
( ) evet ( ) hayır % 70 ( ) kısmen % 30
Programların içeriği konuya uygunluk gösteriyor mu?
( ) evet %15 ( ) hayır % 35 ( ) kısmen % 50

Programda yer alan öğeler toplumsal değerlerimizle paralellik gösteriyor mu?
( ) evet % 15 ( ) hayır % 50 ( ) kısmen % 35

Evlilik programlarına çıkmayı düşünür müydünüz?
( ) evet ( ) hayır % 100 ( ) kısmen

Sizce bu programlar vasıtasıyla evlenenler uzun süreli bir mutluluk yakalayabilirler mi?
( ) evet % 5 ( ) hayır % 50 ( ) kısmen % 45

Sizce bu programlar neden bu kadar fazla izleniyor?
( ) merak % 45 ( ) mahremiyetin deşifresi % 35 ( ) Saatine göre daha keyifli
( ) Eğlenceli ( % 20 ) belirtiniz: eğitimsizlik- .boşluk+ilginç olması

Evlilik programına çıkanların sağlıklı düşünme yeteneğine sahip olduğunu düşünüyor musunuz?
( ) evet ( ) hayır % 55 ( ) kısmen % 45

Evlilik programlarının topluma olumlu etkileri olduğunu düşünüyor musunuz?
( ) evet ( ) hayır % 55 ( ) kısmen % 25
( ) belirtiniz (buluşturma –eğlence- evlendirme ( % 20) …

Evlilik programlarının topluma olumsuz etkileri olduğunu düşünüyor musunuz?
( ) evet % 55 ( ) hayır %10 ( ) kısmen % 35
( ) belirtiniz………………………………

Bu programlar ile olumlu veya olumsuz eleştirinizi paylaşır mısınız ?
*Topluma yanlış örnek olmaktadır.
*Olumlu anlamda tanışma fırsatı sağlamaktadır
*Şov amaçlı olup,mahremiyet ve çelişkiyi büyük bir başarı gibi ortaya koyup reyting amaçlanmaktadır.
*alt yapısı yok..aday olanlara ve talip olanlara eğitim( ilişki,eş seçimi kişisel yeterlilik vs alanda) verilmiyor.
Görüldüğü üzere rast gele örnekleme ile yapılan anket sonucunda ,anketi cevaplayanların genel olarak evlilik programlarına olumsuz baktığı,bu programları faydalı bulmadıkları,kesinlikle bu tip programlara çıkmayı düşünmediklerini belirtmişlerdir.

Analiz & Yorum

Seyirci kaynana-kayınbaba- görümcedir: bu programlar modern görücülük sistemidir. Çünkü siz tarafsınız. Adayı ya da talibi tutuyorsunuz. Onay veriyorsunuz. Yakıştırıyorsunuz. Eğer bu programları izliyorsanız,o evliliğin farkında olmadan bir parçasısınız. Ayrıca programlarda yapılan evliliklerde, tv izleyicilerinden bile hediye takı geldiği görülür. İzleyici,kendini o kadar kaptırır ki, kendini adayın yada taliplinin yakını sanır. “Seyirciden 1 tam altın” dercesine bir sahneye şahit oluruz.
Eş seçimi : programlarda, eş seçimi ile ilgili bilgilendirmeler yapılmalıdır. Seçim ve öneri konusunda boyu boyuna ilkesinden vazgeçilmeli, daha bilimsel bakışa geçilmeli, uyum ve bezerlik konusu ele alınmalıdır.( konu ile ilgili Habertürk gazetesindeki yazımı okuyabilirsiniz Bu nedenle adayların ve taliplerin bir ön eğitimden geçirilmesi gerekir. Toplumun bu programlara bu kadar olumsuz bakması, biraz da güven sorununun göstergesidir.

Alt yapı: programlarda öncelikle eğlence yerine, amacına yönelik bir eğitim veya öğreticilik hedef olmalıdır. Programdaki uzmanların, ilişki, eş seçimi, kriterler konusunda daha aktif olması gerekir. Seyircilerden 60 yaşındaki teyze 5 dakika yorum yaparken uzmana 1 dakika verilmemelidir. Eğitici yönlere ağırlık verilirse programa olan güven artar. Sonuçta bu programların kalkması mümkün gibi görünmüyor ise, daha sağlıklı olması sağlanmalıdır. Çünkü programların bir benzeri ve daha güvensiz hali internet üzerinden (chat) ile yapılmaktadır.İnternetten tanışmak ile evlilik programında tanışmak arasındaki fark açısından internette baskı yok. Daha rahatsınız. Ama internette kandırma-kandırılmak daha mümkün.
Tanışma şekli: şekil olarak bir beğenme ile başlayan süreçten bahsedebiliriz. “ şekil başlatır öz sürdürür” bakış açısının uygulanmasından çok sadece şekil ile yapılan değerlendirmelerden dolayı süreç sağlıklı işlememektedir. Ülkemizde, hiçbir zaman diliminde insanlar bu kadar birbirine güvensizlik duymamışlardı.Buna rağmen, oldu-bitti evliliklerin olması veya topluma öyle oluyormuş gibi yansıtılması bir dejenerenin göstergesidir. Bu nedenle tv deki tanışmalarda sürecin uzun tutulması ve sürecin nasıl işleneceği de belirtilmelidir. Ayrıca , tanışma ve evliliklerin devamı hakkında da bilgiler verilmeli, program sayesinde tanışanlardan ayrılanlar-boşananlar olursa bunlarda neden-sonuç şeklinde yansıtılmalıdır.

Mahremiyet: ülkemizde mahremiyetin deşifresine karşı özel bir merak var. İlişki mahremdir. Bu programların bu kadar izlenmesinin altında da bu durum mevcuttur. Ayrıca, seyircinin kendini hakem- onay merkezi gibi görmesi de heyecan yaratıp izlenme oranını artırmaktadır.
Adayların ve taliplerin özel hayatları, izleyiciler önünde malzeme olmamalıdır. Kendi hayatına yön veremeyen birkaç kişinin birilerine orada hayat dersi vermesi sadece kendini gösterme ve kanıtlama girişimidir. Samimi değildir.
Programların kazançları: bu programlar, tarafları bir araya getirerek seconder kazanç sağlıyorlar. Yani reklam, reyting vs. gibi. Fakat bu tanıştırmanın daha gizli olması sağlanabilir.
Adayların-taliplerin psikolojisi: düşünün ki, bir bayan 1 ay boyunca o programa katılıp evlenemeden mahallesine geri dönüyor. Mahallenin o bayana bakış açısını empati kurarak tespit edelim. Sanki istenmeyen, çirkin, değersiz bakış açısı ile yaklaşılmasını hissedecektir. Ayrıca aday, bunu kendi kendine de yöneltecektir. Ayrıca, adayların günlerce programda kalmalarına bağlı olarak, kendilerine gelen talipleri de geri çevirmelerini sağlamaktadır. Koltuğu kaptırmamak, devamlı kamera karşısında olmak adına hep geri çevirebilir. Hatta” inşallah talibim çıkmaz da daha fazla kalırım” bakış açısına sahip adaylar ile programlarda karşılaştığımı belirtmek isterim. Ayrıca taliplerin ise orada sadece dış görünüşleri ağırlıklı olarak değerlendirilmeleri ve canlı yayında reddedilmeleri tam bir travmadır.

Hemen Karar almak. Bu programlarda gerek format ve gerekse toplumun beklentisi hemen tarafların karar alması yönündedir. Taraflar görüştürüldükten sonra sunucu ve izleyiciler , yeni heyecanlı sürecin(söz, nişan ve evlilik) aşamalarını izlemek için iletişimin ilişkiye dönüşmesini talep ederler. Ayrıca izleyicilerin çoğunluğu ise flört dönemini yaşayamamış ya da sosyal baskı nedeniyle çok kısa yaşamış(tadı damağında kalmış) yaşı olgun, hatta yaşlı bir izleyici kitlesinden oluşmaktadır. Bu nedenle tanışma süresinin uzatılmaması görüşü seyircinin ortak fikridir. Sunucun ve izleyicilerin bu müdahaleleri ile kişiler spontane olarak ilişkiyi yaşayamamakta, süreci bile kendi dışında ve beklentilere uygun yaşamak zorunda kalmaktadırlar.
Kısa sürede kararların alınması , toplumun dokusunu bozmakta, insanlara yanlış örnek oluşturmaktadır. Ülkemizde süreç; tanışma-flört- isteme-sözlenme-nişan-düğün olarak sürerken ve süre en az 1 yıl iken bu programlar oldu-bitti şeklini yansıtıp bunu normalize etme sürecini yaşatıyorlar. Ayrıca programlara da var olan güvensiz tutum, kişilerin de birbirine bakışını etkilemektedir. Orada tanışmanın ilişkiye olan güveni ne kadar etkilediği ayrı bir araştırma konusudur.
ü Dikkat çeken bir diğer nokta kamera önü ve kamera arkasının zaman zaman uymamasıdır.Arkada şöyle konuşmuştuk otelde böyle demişti..Bu bir samimiyetsizlik göstergesidir.Aynı zamanda kendisi için ilişki değil, seyircinin veya sunucunun isteğine göre davranmanın göstergesidir.
ü Bir sonraki talip beğenildiğinde bir öncekinin düştüğü durumunda içler açıcı ve onur kırıcı olduğu bilinmelidir. Bu durumu düzeltmek veya oluşmasına engel olacak yeterliliğe sahip yapımcı ve sunucunun olmalıdır..
ü Kişilerin hayatlarına hiç tanımadıkları başka insanların karışması ,ilişki hakkında yada karakter uyumları hakkında kendisini hiç tanımayan eğitimi ne olduğu belli olmayan insanların karışması olayın trajikomik yönüdür.
ü .Evlilik denilen kutsal kurumun yapay sıradan gösterilmesi ve eğlence malzemesi olması üzüntü vericidir.
ü Bunun yanı sıra bu programlar ,Türk halkının aç olduğu bir alanında ortaya çıkmasına yardımcı olmuştur.

Anketten:
(anket 96 kişiye rast gele örnekleme üzerinde uygulanmıştır. İlk pilot grupta gelen tüm sonuçların benzer olması nedeniyle sonucu değiştirmeyeceği düşünülerek, sayıyı arttırma yoluna gidilmemiştir. Anketler bire bir doldurarak ya da Internet üzerinden doldurup gönderilerek toplanıp, analiz edilmiştir)
Ankette de görüldüğü üzere,
Ø İzleyenlerin çoğu, programı keyifli ama sağlıksız buluyor.
Ø İzleme oranının yüksekliği, izleyen kesim ile de alakalıdır. Genelde bu programların akşam izlenme reytingleri daha düşüktür.
Ø Özel hayatın özentili ve ilgi çekici olması az gelişmiş ülkelerin tipik göstergesidir.
Ø Eğer, gerekli alt yapı sağlanırsa, imkânı ve fırsatı olmayanlar için bu programlar birer köprü görevi görmektedir.
Ø Gerekli alt yapı sağlanırsa adaylar ve taliplere nasıl davranmaları, neye göre eş seçiminde bulunmaları konusunda danışmanlık yapılırsa “ nerede tanıştığın değil, kiminle tanıştığın “ sözünü rahatça söyleyebiliriz.
Ø Toplumun bu programlara güveninin sağlanması için, programlarda uzmanları bulundurmaları, adaylara, evlilik ve tanışma öncesi eğitim verilmeli, içgörü, farkındalık, kendilik değeri ve uyum konularında bazı eğitimler verilmelidir.
Ø Bu programlara çıkmayı, ayıp ve küçük düşürücü olarak görenler , programa çıkmayı bir acizlik olarak yorumlayabilmektedirler. Fakat tv karşısında kısmetini aramak ile internette aramak arasında sadece gizlilik vardır. Aslında evlilik programları ,internete kıyasla daha gerçekçi ve daha reeldir. Ve güvenilirdir. Fakat yine de süreç şu an için her ikisinde de sağlıksızdır.
Ø Evlilik programlarında esas eleştirilerden biri de,adayın gün içinde birden çok kişi ile tanıştırılmasıdır. Bu durum izleyenler açısından alıcısını bekleyen meta gibi görünmekte ve ahlaki yapıya uygun bir olmayan bir görüntü çizmektedir.
Ø Evlilik programları,ülkemizdeki karşı cinsi tanıma, iletişim kurma, kendini ifade etme konularındaki eksikliği ve açlığı ortaya koymuştur.
Ø İnsanlara ; tanışma, kendini ifade etme,karşı cinse açılma ve karşı cinsi yüceltmeme gibi düşünsel ve davranışsal beceriler kazandırılmış olunsa bu programların ortadan kalkması kaçınılmaz olabilir.


Sonuç olarak yapılan kısa anket ile gözlemlerimiz sonucunda, evlilik programlarına şuan için güvensizliğin hakim olduğu, tanıştırma amacı dışında eğlence ve gündüz programına hitap ettiği söylenebilir.

Desteklerinden dolayı tüm katılımcılara teşekkür ederim

İlişki Yaşamaktan Korkmak

Ilişkide insan niye korkar?
Insanın ilişkide en çok hissettiği korkuların başında kaybetme korkusu geliyor.İlişkilerde insanın sevgilisini kaybetme korkusu yaşaması normaldir.Ancak tabii ki bu korkunun da bir derecesi olmalıdır.Seven, aşık olan kişi belirli bir düzeyde bu korkuyu yaşar.


Örneğin; bir kişi düşünün ki, sevgilisini gün boyunca arayıp sormuyor,merak etmiyor, onun için hiç önemli diil, nerede olduğunu bile bilmiyor..bunlar ancak kaybetmekten korkmayan bir insanın yapabileceği davranışlardır.Çünkü bu şekilde davrandığında ilişki yaşadığı insanın ondan soğuma ve onu terketme riskini göze almış demektir.Dolayısıyla, kaybetme korkusu olmayan bir insan için, ilişki yaşadığı kişiyi yokmuş gibi sayan ve ona değer vermeyen biri olarak düşünebiliriz..


Böyle biriyle ilişki yaşayan kişi ise, her an o ilişkinin bitebileceğini bilmelidir.Çünkü bu tarz ilişkiler sağlam zemine kurulu ilişkiler değildir.Tam tersi her an yakılmak üzere olan harabe binalar benzerler..Sonunda en ufak bir darbede yıkılırlar.


Bu açıdan bakacak olursak daha çok üzülmemek adına, bu tür ilişkileri yürütmek için çaba sarfetmek yerine, bitirmenin daha doğru olduğu kanaatindeyim.


Yukarıda belirttiğim gibi, evet seven insan kaybetmekten korkar, ancak bu korkunun belirli bir düzeyde, ilişkiyi zedelemeyecek şekilde olması önemlidir.Kaybetmekten korkmak o kişiyi sevdiğinizi gösterir, bu korkunun aşırı olması ise aşkın sonunu getirir..


Çünkü her seferinde “ya onu kaybedersem..” kaygısıyla ilişkiye adapte olamaz ve o ilişkinin tadına varamazsınız.Bu tip yersiz endişe ve korkular ilişkileri sonunda bitme noktasına getirir.Dolayısıyla aslında ortada sorun yokken ilişkinin sonunu kaygılarınızla getirmiş olursunuz.


Peki ya ilişkide insan başka neden korkuyor? Herşeyden korkuyor aslında..Sevmekten korkuyor, sevilmekten korkuyor, aldatılmaktan korkuyor, kaybetmekten korkuyor, değer görememekten korkuyor..Hatta bu sebeplerle duygularını yeterince ifade bile edemiyor..


“ya beni sevmiyorsa..”
“ya beni aldatıyorsa..”
“ya terkederse..”
gibi düşünceler asılsız düşünceler olup, sadece kaygıdan ibarettir.


Bu konularda kanıtın yoksa (ki olmadığına eminim) bunları düşünmek sadece seni ve ilişkini yıpratır.


Bu kaygılar kişide özgüven eksikliğinin bir göstergesidir.Kişi belki de egosunun sarsılacağını düşünüyor olabilir.Halbuki özgüveni tam olan bir insan düşüncelerinde bu tip kaygılar barındırmaz ve ilişkisini doya doya yaşar.


Geçmişte yaşanılan bir takım olaylar da bu korku ve kaygıların tetikleyicisi olabilmektedir.


Halbuki geçmiş geçmişte kalmıştır.Aynı olayların tekrar yaşanacağı düşüncesi sadece bir kaygıdır.Bu olayların tekrar edeceğine dair kanıtımız olmadığına göre, bu düşüncelerden kurtulup geçmişi kabullenmek ve ona takılıp kalmamak, önümüzde yaşayacağımız güzel yıllara bakmak önemlidir.


Hem geçmişte bizi üzen insanlarla, şimdi karşımıza çıkan insanları aynı kefeye koymak haksızlık değil midir? Belki de bu yargısız infazlardan dolayı karşımıza çıkan pek çok fırsatı kaçırıyoruz.Böylece yalnız kalıyoruz.Korkularımızla hayatın anlamını çıkaramadan yaşayıp gidiyoruz..



Hatta daha ilişkiye başlamadan korkanlar bile var..Neden korkuyor peki? Kendince yenilmekten korkuyor, reddedilmekten korkuyor, acı çekmekten korkuyor, aldatılmaktan korkuyor, partnerinin ikiyüzlü, çıkarcı olmasından korkuyor.Korkuyor da korkuyor..Peki neden bu kadar korkak oldu bu insanlar? Niye bir insanla ilişkiye başlamak bu kadar zor oldu? Sebep geçmiş mi yoksa yani yaşanmışlar mı?


Ozaman şu soruların cevabını arayalım mı?


1-Geçmişte yaşananlar geçmişte kalmadı mı? tekrar aynı şeyleri yaşayacağının kanıtı var mı?
Evet geçmişte yaşananlar geçmişte kaldı..Bir daha da aynı olayları yaşayacağımıza dair en ufak bir kanıt bile yok..yani böyle birşey olacağını bilmiyoruz..ozaman neden panik olalım?
Geçmişte yaşananları kabullenmek ve onlardan ders çıkartarak yolumuza durmadan devam etmek en doğrusu değil midir?


Geçmişin yolunu kesmesine, seni durdurmasına izin vermemelisin..aslında geçmişte yaşadıklarımızın hepsi birer deneyim bizim için..işte bu nedenle, yaşadıklarından ders çıkartmaya ve hatalarını tekrar yapmamaya özen göstermen ama bunu yaparken de takılıp kalmadan, hızla ilerleyerek yapman senin için en iyisi olmaz mı? Geçmişte yaşananları geri getiremeyeceğine göre, onlara takılıp kalman ve bu yüzden korkup kaçman sadece zaman kaybı ve sinir bozukluğu yaratmaz mı?


2-Geçmişte seni herhangi bir sebeple üzen kişiyle, şimdi ilişkiye başlamayı düşündüğün kişi aynı kişi mi?
Hayır değil.Kesinlikle değil hem de.. Bunu sen de gayet iyi biliyorsun.Nasıl herkesin parmak izi farklıysa, herkesin karakteri, yapısı da o şekilde birbirinden farklı.Dolayısıyla yine endişelenecek bir durum yok..


3-Korkarak ve ilişkiden kaçarak olumlu bir sonuç elde edecek misin?
Hayır olumlu bir sonuç elde edemeyeceksin maalesef..Çünkü sen kaçtıkça hoşlandığın kişi belki de senden umudunu kesmeye başlıyacak..Belki de onunla dalga geçtiğini ya da hatta gizlediğin birşeyler olduğunu bile düşünecek..Böyle düşünmesini ister misin?


4-Korkun reddedilmekse, reddedileceğini nerden biliyorsun?
Reddedileceğinin bir kanıtı var mı? Yok..Eğer o kişinin ilgisini bir şekilde farkettiysen, neden seni reddedeceğini düşünüyosun? Belki de senden bir adım bekliyor..belki o da senden çekiniyor..ya da ilgin olduğunu anlayamadı belki..ayrıca diyelim ki senin hoşlandığın kişi senden hoşlanmıyor, bu hiç bir zaman hoşlanmayacağı anlamına gelmiyor ki..belki de seni tanıdıkça sevmeye başlayacak ama sen bu olasılığı da korkup kaçtığın için bitirmiş oluyorsun..


5-Hoşlandığın kişiyle aranda bir yakınlaşma veya ilişkiye başlama durumu olmadığı sürece o kişinin senden umudunu kesip, başkasıyla görüşme olasılığı yok mu? Sırf korkuyorsun diye onu kaybetmeyi göze alabiliyor musun?
Evet senden umudunu kesecek belki ve sonuçta karşısına elbet başka biri çıkacak.. o da senden ümidini kestiği için karşısına çıkan diğer kişiyle görüşecek belki..ama sen bunu göze alabiliyosan, “onu kaybetmek benim için önemli değil; biri gider, diğeri gelir” vb. düşüncelerin varsa sen zaten o kişiye pek değer vermiyorsun demektir ki bu durumda zaten o kişiye yakınlık göstermemen onun açısından daha iyidir..


Soruları kendimce cevapladım..
Bu yanıtlardan yola çıkarak kısaca belirtmek gerekirse,
Asılsız olan bu düşüncelerimizden kurtulmamız en doğrusudur.Çünkü herkes aynı değildir.Aynı olması mümkün değildir.Bu olumsuz düşünceler sadece yük olur ve sen korkar kaçarsın..
Peki aşk cesaret gerektirmez mi? Korkarsan bak gör, aşk da kaçar gider..Çünkü korku öldürür aşkı..İşte o yüzden aşıksan cesur olacaksın..Aşkını coşkuyla yaşayacaksın..Şimdi ver kararını..

Aşk mı? yalnızlık mı?
Cesaret mi? korkaklık mı?
Kararını vermeden önce William Shakespeare’nin bir şiirini yazıyorum, onu okuman belki kararını vermende yardımcı olabilir :
Korkuyor
Insanların çoğu kaybetmekten korktuğu için sevmekten korkuyor.
Sevilmekten korkuyor, kendizini sevilmeye layık görmediği için..
Düşünmekten korkuyor,sorumluluk getireceği için..
Konuşmaktan korkuyor,eleştirilmekten korktuğu için..
Duygularını ifade etmekten korkuyor,reddedilmekten korktuğu için..
Yaşlanmaktan korkuyor,gençliğinin kıymetini bilmediği için..
Unutulmaktan korkuyor,dünyaya iyi bir şey vermediği için..
Ve ölmekten korkuyor, aslında yaşamayı bilmediği için..
Belki..
Nasıl birşeydir bu insanı korkar hale getirmek?
Duygularından korkar mı insan?
Korkuyor işte..
Neden korkmuyor ki zaten insan?
Sevmekten korkuyor..
Kaybetmekten korkuyor..
Değer görememekten korkuyor..
Böyle hayatın anlamını çıkaramadan yaşıyor insan..
Ne güzel olurdu aslında korkmasa..
Geçmişte yaşadıkları bu kadar ürkütmese onu..
Belki bir gün izin vermez buna insan..
Belki bir gün kabullenir geçmişini..
Takılıp kalmaz ona,ilerler coşkuyla..
Belki de bir gün olur..
Kim bilir..
Korkma
Korkma,
Korkmak kaçmayı getirir..
Peki ya kaçmak, sence marifet midir?
Marifet yürekli olmakta..
Yürekli olmak aşkı getirir sana..
Ve aşk sevmez korkuyu..
Çünkü korku öldürür aşkı..
Oyüzden korkma diyorum sana, öldürme aşkı..
Bırak da aşk sarsın seni, iliklerinde hisset aşkı..
Aşk içinde şimdi bak,yalnızlık korkaklara kaldı..

(30 kez oylandı) Mutlu Olabiliriz Ama Nasıl ?

Mutlu Olabiliriz Ama Nasıl

Mutluluğun yolları yıllarca aranmış, deneme,yanılmalar,tecrübeler,eğitimler, terapiler gibi teknikler ve kaynaklar ile öğrenilmeye çalışılmıştır.
Aslında mutluluğun yollarını ararken, mutsuzluğun yollarını buluruz. Çünkü hayat kendi başına düşünüldüğü ve hissedildiği gibi yaşanır. Yani aynı olayı yaşayan iki kişinin farklı duygular ve düşünceler yaşaması,mutluluğun bir bakış tarzı ve hissediş olduğunu ortaya koyar.fakat insanların farklı bakması yüzeysel değil, bazen kemikleşmiş bir sistematik zihinsel süreç iken bazen çözüm yolu olarak geliştirilmiştir.


Mutlu olmak sadece belirli bir durum veya olaya karşı olabilecek kadar lokal bir durum değildir. Hayat bir bütün ise mutluluk da bir bütündür.fakat az sonra tek tek değineceğim gibi hiç de mutluluğa bir bütün olarak bakamıyoruz.


*Her An Mutlu Olmalıyım.
Peki bu mümkün müdür ? aslında şuan en büyük sorunumuz bu. Nedense her anımızın mutlu olmasının peşindeyiz. Mutsuzluğa,keyifsizliğe, bir şeyin yanlış gitmesine tahammülümüz yok.işte ilk nokta bu: her anımızda mutlu olamayacağımızı kabul etmeliyiz. Kabul edersek, gün içinde yaşadığımız olumsuzlukları yaşamın bir parçası ve gereği olarak görür,dövünmek ve üzülmek yerine çözüm ararız. İnsanın her an mutlu olması demek, hayatının anlamsızlaşması demektir. Zamanla rutin bir hal alan mutluluk adındaki etkinlikler bizde doyumsuzluk ve eskisi kadar bizi mutlu etmeyen durumlara doğru gider. Ayrıca burada mutluluğun tanımını da doğru yapmamız gerekir.mutluluk hayatın istenildiği düzeyde kısa ve uzun hedeflerin gerçekleşmesi iken aynı zamanda da bireysel olup herkesin isteğine göre şekillenir.

Acı:

Eğer hayatınızda acılar var, acılar yaşıyorsanız size acı verecek kadar değerli şeylere sahipsiniz ve bu acı sizinde önemli olduğunuzun bir göstergesidir. Bu nedenle acıların bir yaşam kaynağı olduğu,hayata bağlanmanın bir göstergesi olduğunu bilmeliyiz. Düşünün ki hayatta hiçbir şey size acı vermiyor. Ne bir kayıp ne bir bitiş ne de başka bir şey. O halde siz bu hayatın neresindesiniz? O halde siz bu hayatta hiç bir şeye sahip değilsiniz.

Kaygı:

Aslında ülkemizde en büyük psikolojik iki hastalığın varlığından söz edebiliriz. Kaygı ve depresyon. Kaygıların temel analizi: bizi üzen olaylar değil,bizim onlar hakkındaki yorumlarımız ve düşüncelerimizdir.
Aklınıza şuan sizi en çok kaygılandıran olayı getirin.
• sizin yerinize başkası olsaydı da bu olayı sizin gibi yorumlar mıydı?
• Bu olayı yaşayan arkadaşınıza ne önerirdiniz?
• olabilecek en kötü şey nedir?
• Dediklerinin olacağına dair kanıtlar var mı?
• Duygular hiçbir zaman kanıt değildir o halde kanıt?
• Sonucun beklediğim gibi olma olasılığı nedir? İhtimal mi gerçeklik mi?

Kaygının temelinde olayı büyütmek,gücünü küçültmek vardır. Burada kişinin yaşadığı kaygı ne ile ilgili olursa olsun kontrol edememe, baş edememe vardır. “ya.. olursa biterim.,mahvolurum. Çıldırırım….. gibi… yani mutsuzluğumuzun temel nedenlerinden biri de gerçeklikler üzerinden değil de duygularımızı ve kendi yarattığımız düşünceleri kanıt saymaktır.
Eşinden sürekli şüphe eden birinin kanıtı yoktur. Duygularıyla bunu test eder. Ama artık bu güvensizlik ve hesap sormak evlilikte mutsuzluk haline geldiği için eşi kadını gerçekten aldatabilir. Yani duygularımız ciddi adımlar için bizi yanıltacağından mutsuz oluruz.

Evlilik:
Tercilerimizdeki nedenler çok önemlidir. Neden evlenmek istiyoruz?
Aslında mutsuz evliliklerin temelindeki düşünce” tedavi amaçlıdır.” Evlenirsem hiçbir sorunum kalmayacak, evlenirsem ruhsal olarak, ekonomik olarak sosyal olarak tüm sorunlarım bitecek.dünyanın en mutlu insanı olacağım. Peki evlenenlerin hepsi bu sonuca mı ulaştı.karar sizin. Ayrıca evleneceğiniz kişinin de sizin bir kurtarıcı olarak gördüğünü düşünün. Bu beklentileri karşılayabilir misiniz? Evlilik bir tedavi değildir. Evlilik tedavi sonrası karardır. Doğru bir evlilik yoktur. Doğru yürütülen bir evlilik vardır. Sizin evlilik öncesi ne kadar flört ettiğiniz ne kadar çok görüştüğünüz o evliliğin sağlamlığını veya mutluluk derecesini desteklemez. Önemli olan evlilik öncesi zamanı nasıl geçirdiniz. Yıllarca flört edip,evliliklerinde hemen boşananları görebiliyoruz. Burada temel olan, flörtü nasıl geçirmektir. Flört ; partnerini tanımak için geçen süreçtir. Yoksa, sadece zamanı yaşamak,sosyal-fiziksel-duygusal paylaşım süreci değildir. Siz yıllarca biriyle çıkar, yine de onu tanıyamayabilirsiniz. Onu tanımak, onunla olmak değil, onunla önemli konuları kritik etmek, söylemleri ile eylemleri arasındaki tutarlılığı görmektir. Bu nedenle çoğunun aksine” aşık olmadan evlenin diyorum”. Aşık olursanız çoğu gerçeği görmeden evlenirsiniz. Size ters geliyor değil mi ? karar sizin.


Evlilik &benzerlik :

İnsanlar her zaman tanıdıklarını tanımadıklarına göre daha yakın görürler. Bu nedenle ilişkilerde yakınlaşmak ancak tanımayla olur. tanımadan yaşanılan ilişkiler sadece içgüdüsel ve eğlence amaçlıdır. Sonrası ve devamı hakkında fikriniz yoktur.

Bunun yanında şaşırdığımız bir nokta şudur: biriyle ortak noktanızın olması, onunla denk ve eşit olduğunuz anlamına gelmez. İkinizin pop müzik sevmesi,benzerliktir denklik değil. İkinizin çalışması denklik değil, benzerliktir. Evlilikte benzerlikler üzerine değil daha çok denklik üzerine hareket edersek, mutluluk ve mutlu olabilmek oranımızı arttırırız

Bakış açısı tedavisi.

Dedik ki bizi üzen olaylar değil, bizim onlar ile ilgili duygu ve düşüncelerimizdir. yani örnek: yaşadığınız yerde her gün piyango çekilişi var. Bu çekilişte herkese bir bilet veriliyor. Piyangoda ise,ölüm,kaza,kayıp,iflas,hastalık,kanser,düşmek, ağlamak,terk edilmek vb.. çok kötüden çok iyiye doğru ödüller !! var.amortiler var. Boşlar var. Bazılarının piyangosuna ölüm çıktı. Bazılarının kaza bazılarının kazanç,kayıp. Senin piyangona ise terk edilmek çıktı ne dersin. Üzülür müsün?
Sonuçta her gün elimizde bir bilet yok mu ?.. ve bu bilete her gün bir şeyler çıkmıyor mu? Ama biz olayı sadece bizim başımıza gelmiş gibi yorumlar, suçu ve kabahati kendimizde ararsak kendimizi mutsuz ederiz.


Gerçek mi hipotez mi?

Duygularımız kanıt olamaz dedik.”.beni terk edecek, beni aldatıyor, beni sevmiyor gibi düşüncelerimizi yarattığımızda bunlar ile ilgili sonuçları da üretiriz.
“beni sevmiyor o halde,terk edecek. O halde başka biriyle ilişkisi var”. Bu tip yanlış çıkarsamalar ilişkiyi ve iletişimi 3 e böler. Siz, o ve sizin senaryonuz.senaryonuza o kadar kendinizi kaptırırsınız ki, artık partnerinizi senaryoda oynatmak için adeta rol verir ve ilişkilendirmek istersiniz.

Genellemek:
Daha önce yaşanılan olayların sonra tekrar yaşanması kaygısı insanlarda hep gelecek ile ilgili girişim adım atma konusunda hata yaptırır. Eğer eskiden başınıza gelen bir olayı tekrarlarca yaşıyorsanız, sorun sizin yaklaşımınızdadır. Aynı nedenler aynı sonucu verir. Siz aynı yaklaşımlar ve aynı nedenlerin üzerine kurduğunuz her şeyde aynı sonucu alırısınız. aynı şeyi tekrar tekrar yapıp farklı sonuçlar beklemektir.” diyordu bir zamanlar dünyanın dahisi Einstein… yani hem geçmişe sığınıp onun üzerine hayatı kurmak bir mutsuzluk nedeni ,hem de nedenleri değiştirmeden sonuçları değiştirmeye çalışmak bir mutsuzluk nedenidir.


Çaresizlik:
Hayatta çaresiz insan yoktur. çaresizlik hissetmek vardır.Sadece bir şeyler yapması için cesareti ve planı olmayanlar vardır.çaresizlik için önce plan ve yol haritası çizmeliyiz. Yeni bir ben olmak adlı makalemde buna detaylı değinmiştim. Yolunuzu çizersiniz, önceden planlarsınız. Engelleri de kabullenir ve sistematik çözersiniz. Gerekirse destek alırsınız. Ama unutmayın ki; çaresiz insan yoktur, ne yapacağını bilmeyen vardır. Nasıl yapacağını bilmeyen vardır.


Hareket et mutlu ol : sev ve çalış

İnsanın bünyesi hareket etmek için kurgulanmış bir makine gibidir. Siz hareket etmedikçe, tekerlekler dönmez, demirler paslanır. Özellikle depresif ruh hallerinde hareket etmek, isteksizlik ve halsizlik vardır.. fakat bunu yenmek için üzerine gitmemiz gerekir. Hareket etmeyen insan, az iş yapsa da daha çok yorgun düşer,daha keyifsizdir,sorumluklardan kaçar. Aslında zamanda bu durumu alışkanlık ve yaşam şekli haline dönüşür. Freud, dediği gibi “mutlu olmak istiyorsan çalış ve sev”.. çalışmak, vücuttaki seratonin hormonunun salgılanmasını ve kendinizi güçlü hissetmenizi sağlar.


“İşe yaramıyorum” diye düşünen biri, çalışırsa (buradaki çalışmak illaki para kazanmak amaçlı değildir) kendini işe yarıyor, elinden bir şeyler geliyor diye algılayacağı için kendini önemsemeye başlayacaktır.


Sonuca değil sürece odaklan :

Sonucunu düşündüğün her şeyde, zevk almak yerine kaygılarınla boğuşursun. “ ya olursa ya olmazsa.belki, belirsizlik, karamsarlık hep olumsuzlukları seçme gibi çıkarımlarda bulunuruz. İlişkinizde soruna odaklanırsanız tadını alamazsınız. bu durum ise hep plan yapan hep kaygı yaratan bir sevgili haline dönüştürür sizi. Sınav kaygısının tek nedeni sonuca odaklanmaktır. Ya kazanamazsam, ya sınav günü bir şey olursa gibi. Hayat sınav gibidir, hep ya bir şey olursa derseniz evden çıkmamamız yada kimseyle iletişim kurmamanız gerekir. Sonuca odaklanmak, sürecin kötü yaşanmasına neden olur. partneriniz “ flört ederken böyle evlenirsem hiç kaldıramam deyip sizden ayırabilir”


Aslında sonuca odaklanmak bazen bir özgüven sorunun göstergesidir. Rahat olamamaktır. Kaybetme kaygısıdır. Bu nedenle sonuca odaklı biriyseniz “nende böyle düşünüyorum”diye kendinizi sorgulamalısınız.yada bir danışmandan destek almalısınız.


Ayrıca eğer günlük hayatınızda “ya ile başlayan cümleler veya se-sa ile biten cümleler var ise bunlara inanmak yerine bunların gerçek olmadığını düşünmelisiniz

GEÇMİŞİMİZDEKİ OLAYLARA DOĞRU BAKABİLMEK(geçmişi silebilir miyiz ?)

Geçmiş yaşantılarımızda, yaşadığımız olumlu ve olumsuz olaylar bizleri sık sık ziyaret eder. Bu olaylar bize olumlu-olumsuz duygular hissettirir. Geçmişimizdeki olaylar,temel de travma denilecek kadar etkiye sahip ve halen bizi etkileyip yönlendiriyorsa bu konuda bir destek zorunludur. Zihinden eski olayları silmek keşke mümkün olsa. Sihirli bir değnek, bir ilaç veya bir şok olsa. Bunlar yok ama bunu bireysel başarabilir ve yeni bir beceri kazanabiliriz. Temel de önerdiğim şudur. Affedin ama unutmayın. Unutayım demekle zaten unutulmaz.
Geçmişi unutmaya çalışmak, hatırlama oranını arttırır. Çünkü unutmak için devamlı “unutmalıyım” telkinini hatırlamak zorundasınız. Bu durumda ise, problem ile devamlı baş başa kalıyorsunuz.
Olumsuz içerikli geçmiş olaylarla yaşamak, çoğu zaman bize , değersizlik, pişmanlık, suçluluk, kandırılmışlık,öfke, kin gibi duygu ve düşüncelere neden olur. Aslında sadece olayı hatırlamak ile bitmez. Eşantiyon olarak az önce saydığım duygu ve düşünceleri de beraberinde çağırırız. Peki bu olaylar neden herkeste aynı etkiyi yaratmaz.. bu olayı yaşayanlarda, neden eşantiyon duygular farklıdır.
O halde şunu diyebiliriz tekrar: BİZİ ÜZEN VE MUTSUZ EDEN OLAYLAR DEĞİL, BİZİM ONLARLA İLGİLİ BAKIŞ AÇIMIZ,DUYGU DÜŞÜNCE VE YORUMLARIMIZDIR.
Olaylar ile yıllarca beraber yaşamak yerine onları çözmek, analiz etmeye ne dersiniz? Peki bunu nasıl yapacağız.?
Hayata bakış açını genişleterek irdelediğimizde kendimizi, kısır döngüye saplanmaktan koruruz. Geçmişe takılmak, bugünü, anı yaşama arzusunu da alır götürür. Önemli olan ince nüansları yakalamak, acıları yeni bakış açılarıyla, dar kalıplardan uzaklaşarak irdelemek ama geçmişe takılmadan irdelemek, şimdi ve burada kavramlarını görmezden gelmeden irdelemek… Acılar derin izler bırakırken bireye farkındalık da katar.
Psikolojik deneyimler aslında bireyin psikolojik açıdan güçlenmesini de sağlar. Dezavantaj gibi görünen durumları birey kendi içinde geliştirdiği savunma mekanizmalarıyla avantaja çevirebilir. Böylece bireyin kendi içsel dünyasına yaptığı bu özel yolculukta acılarına yüklediği anlamlarla derinleşir. Ve yaşam böylece, deneyimlerimiz, yaşadıklarımızla hayatın içindeki acı, tatlı, iyi, kötü gibi anlamlara atfettiğimiz değerlerle anlam bulur. (asal,T)

Kişisel gelişim kitapları genelde “ unutun, takılmayın anı yaşayın “gibi cümleler sarf eder. Ama bilmeliyiz ki , bu,bu kadar kolay değil.kolay olsa yapardık.
Unutmak, yok saymak, küçümsemek veya abartmak da çözüm değil.
Aşama aşama değerlendirelim.

 Yaşanılan olayları öncelikle kabul etmeliyiz. Çünkü kabul etmek,onaylamak değildir.yaşanılanı doğru bulmasak bile kabul edersek, çözüm kolaylaşır.Keşkeler hayatımızda sadece hayal kırıklıkları ve hataların suçluluk sonuçlarıdır. Olayın yaşandığı gerçeğini bizim bakış açımız değiştiremez.
 Sosyolojide bir kural vardır .”Olayı, zamanı içerisinde yorumlamak.” İşte esas noktamız bu. Biz geçmiş olaylarımızı yorumlar iken, o dönemden ve o gün ki şartlardan bağımsız yorumluyoruz.bu nedenle ,hep bir eleştiri, bir haksızlık,pişmanlık ,kandırılmışlık duygusu içine kapılıyoruz. 2. bakış açımız bu olmalı. O gün yaşanılan olayı, bir bütün olarak ele alalım. Çevresel etmenler, ruh halimiz, olgunluk düzeyimiz, yaşımız, çaresizliğimiz, duygularımız … gibi tüm etmenleri, geçmiş olaylarımızı yorumlarken ele almadan doğru yorum sağlayamayız. Kendimize haksızlık etmiş oluruz. O zaman içinde, bizim tepkimiz, duruşumuz, bize verilen rol vb tüm eylemler bir bütündür. Eğer bugün olsa “şöyle yapardım, keşke şunu deseydim/yapsaydım-yapmasaydım” gibi düşüncelerimiz var ise bunu “ o gün öyle gerekiyordu” şartlar ona imkan vermişti” diyerek gerçekçi yorum geliştirebiliriz.
 Değiştiremediğimiz, bizim dışımızda gelişen olaylar, bizim çaresizliğimiz gibi durumlar mümkün ise sorumluluğumuz da yoktur. “Nedenleri ben seçmedim ve kuralları ben koymadıysam, sorumlusu da değilim” diyebiliriz.
 Kendimizi suçlamamız,bize sadece kötü duygular hissettirir. Yani aptal mıyım?, niye böyle davrandım demek yerine yaşantıyı kabul et ve sorumluluğunu gözden geçir diyebiliriz. Kendimizi suçlasak da suçlamasak da bir şeyi değiştiremeyiz. Bunun yerine neden sonuç ilişkilerine odaklanmalıyız. O an çaresiz olabiliriz, kendimizi kötü hissedebiliriz, olgunluk düzeyimiz yetersiz olabilir. Nedenleri hem kendi gelişimimiz hem de çevresel etmenlerle beraber ele almalıyız.
 Olayın yarattığı acı ve keder, bizim yorumumuzla şekillenir. Yani bizim o olayı yorumlamamız acı ve keder oranının direkt şekillendirir.Ayrıca ,acı var ise hayatımızda önem verdiğimizi bir şey var demektir. Önemsiz bir şeyin acısı da değeri kadardır.
 Bugünümüzü şekillendirirken çıkmaza düştüğümüzde, bunu geçmişe ve çocukluğumuza bağlamak bir savunma mekanizmasıdır. Terapi Akımını uyguladığım kognitif davranışçı terapi, bunu bir savunma mekanizması olarak değerlendirir ve insanın kendi rasyonel düşünceleriyle mutluluğu bulacağını söyler.
 Sonuçta, duygularımız düşüncelerimizden çıktığı için, “ nasıl düşünür isek öyle hissederiz. Olayları doğru yorumlamak, doğru hisleri de yaratır.
Bilinç düzeyimizi yükseltmek ve farkındalığımızı arttırmak için cevaplamamız gereken sorular ? (sadece okumak yerine kalem kağıdınızı alın başlayalım)

1. yaşadığın olayı, arkadaşın yaşamış olsa ve sana şu an anlatıyor olsa, ona ne söylerdin? Nasıl bir öneride bulunurdun?

2. bu olay başka nasıl düşünülebilir?

3. şuan geçmişteki olay ile ilgili ne yapılsa mutlu hissederdin kendini?

4. yaşadığın olayda sen neleri değiştirebilirdin ? çevreyi, şartları, yaşını olgunluğunu …vs.?

5. Olayda farkındalığın yoksa , sorumluluğun olabilir mi?

6. farkındalığın var ama, değiştirebileceğin gücün yoksa sorumlu olur muydun yine?

7. bu olayı hep bildiğin ve yorumladığın gibi bakmaya devam edersen ne olur?

8. farklı baksan ne kaybedersin ?

9. şu an ne olsa o olaydaki karakterleri affederdin?

10. affetmemek sana ne kazandırıyor?


Soruları kağıda yazı tek tek cevaplar isek olayı ve olayların derin analizini yaparak, tekrar sorgulamış oluruz. En azından fark etmediğimiz bakış açılarını ve hataları da görmüş olur

EVLİLİK DE BEKARLIK DA ARTIK DAHA ZOR

Günümüz psiko-sosyal değişimlerinin en büyük göstergesi artık evlilik yapılarıdır. Artık hem evlenmek hem de bir evliliği yürütmek çok zorlaştı. Yaşamın stres oranının artması,stres ve zorlamalara bağlı olarak, insanların tahammül düzeyinin düşmesi, sorumluluk almayı ve ilişikleri sürdürmeyi zorlaştırmıştır.

Sadece stres mi ? stresin yaşanılan toplumda yüksek olması sadece yeterli neden değil. Bunun yanında toplumsal paranoyalar, güvensizlikler de hem evlenmeyi hem de evliliği sürdürmeyi olumsuz etkilemektedir. Çocukluğumuzdan beri duyduğumuz “ erkek milletine- kız milletine güvenmemelisin, havasına-suyuna –kızına güvenmemelisin,”vb. gibi telkinler ile artık maalesef birbirimize güvenmiyoruz.

Karşı cinse yaklaşımların başladığı ergenlik döneminden itibaren “yaklaş-kaç” çelişkisi artık sadece ergenliği değil tüm yaşamımıza hükmetmektedir. Ergenlik döneminde karşı cinse ilgi duyan biri, aynı zamanda da akranları tarafından “güvenme” telkini ile bir çatışmanın içinde bulur kendini. Bu nedenle sevmek- sevilmek, bağlanmak-uzak durmak arasında sıkışır kalır. Bu güvensizlik ileri de partnerinin her zaman yedeğini bulundurma şeklinde gösterir. Artık postmodern çağımızda yedek sevgili veya partner olması moda halini almıştır. Neden? Partnerine güvenmeyen birey, terk edilme korkusu, tatmin olamama, farklı beklentiler gibi nedenler ile hep bir kaygı ve güvensizlik yaşamaktadır. Bunun yanında evlilerde ise farklı bir paylaşım adına sadakatsiz davranışlar ve takıntılı düşüncelerden kurtulmak adına reel veya sanal yedek partnerler aramaktadır.Gerek bekarların güvensizliği ve sorumluluk almaktan kaçmak adına evlenme süresini hep ertelemeleri, gerekse evlilerin psiko-sosyal nedenlerden dolayı eleştirdikleri ama yaptıkları hataların nedenlerini incelemek gerekir.

Evlilik yaşı da toplumsal değişimlere bağlı olarak yükselmektedir. Artık erkekler 35-40 arası bir hedef koyarken kadınlar,30 yaş altını pek düşünmemektedirler. Kadının 30 yaşına kadar bu süreci uzatmasının altında aynı zamanda ekonomik ve mesleki sorunları çözüp evlenmek, kendini evlilik öncesi ve sonrasında da güvene almak düşüncesi de vardır. Tabi sadece güvence ötesinde de yaşın ilerlemesi “ DOĞRU İNSAN” kavramını da tartışmamıza neden olmaktadır

Hep soruyorum danışanlarıma ve eğitim verdiğim gruplara nedir doğru insan? Aslında cevaplar o genel ki? -Ahlaklı olsun- işi olsun, saygılı güvenilir olsun… olsun….olsun diye devem ediyor…peki evlenmek için yok mu ahlaklı güvenilir…… insan. Yoksa biz mi bulamıyoruz. Bu noktada cinsiyete göre yorum yapmak istiyorum.

Kadınlar, her ne kadar şeklen etkilense de evlendikleri kişilerin işi ve mesleği artık seçimlerinde daha etkili.çok sevmek aşık olmak bile yetmiyor artık.. para, kariyer, güç.. kadınlar artık bu referanslara daha çok önem vermektedirler.

Erkekler, temelde güzel kadın olması bir erkek için aslında ilk şart. Eğer erkeğin özgüveni yüksek ise,güzelliği ön plana alıyor. Ama güvensizlik ile hareket ediyorsa, standartlarının altında biriyle evlilik yapabiliyor.Veya bazı kriterleri es geçebilmektedir.
İşte Sokrates in yorumu:
Öğrencileri Sokrates’e sormuşlar:
- Evlenmek mi iyidir, yoksa bekâr kalmak mı?
Sokrates duraksamadan yanıtlamış:
- Hiç fark etmez!
Öğrenciler şaşırmışlar. İçlerinden biri üstelemiş:
- Nasıl fark etmez üstadım? Birinde tek başınasınız, ötekinde hayat yoluna iki kişi devam ediyorsunuz?
Sokrates söylediğinden şaşmamış:
- Fark etmez. Çünkü ikisinde de pişman olursunuz.
Sokrates’in öğrencileri bu yanıttan tatmin oldular mı olmadılar mı bilinmiyor. Bilinen bir şey varsa, evliliğin lehinde ve aleyhindeki evrensel külliyatın çok zengin olduğudur. Tayland ahalisine göre , “Evlilik, dışarıdakilerin içine girmek için, içindekilerin de dışına çıkmak için uğraşıp durdukları bir mapusane gibidir.”
Türkler ise “Bekârlık sultanlık, evlilik krallıktır” deyip avunurlar

Tabi sadece bu kadar değil. Mesela yine Sokrat ;
“Mutlaka evlenin, eğer eşiniz (erkek yada kadın) iyi çıkarsa mutlu olursunuz. Kötü çıkarsa filozof olursunuz” diyor. Bu durumu yorumlarsak;
eğer ilişkiniz boyunca eşinizi hep değiştirmek (adam etmek) için mücadele ediyorsanız siz iyi bir filozof olursunuz. Hatta bu konuda felsefe kürsüsünde ders verebilirsiniz.
İlişkide karşıdakini ısrarla değiştirmeye çalışmak Türk deyimiyle “adam etmek” tamamen hayal kırıklığı ve gökyüzünü mızraklamaktır bence. Onun yerine adam olmuş birini tercih etmek gerekir.

“bBize başvuran danışanlarımızın bu konuda en çok rahatsızlık duydukları nokta, eşlerinin(sevgililerinin) değişmemesi, kendi gözleriyle olaylara bakmamasıdır. Aslında biz onları değiştirmeye çalışırken, onlar daha fazla direnç göstermektedir. Bu bir uzlaşmadan çok güç gösterisi halini almıştır. Ama bunun farkında olmadığımız için partnerimizin değişmediğini görürüz. Fakat ,en samimi arkadaşı onu istediği zaman değiştirebilir.Burada önemli olan kullanılan dil ve amaçtır.

Evliliklerin bu kadar zor yürütülmesinin bir başka nedeni ise,fedakarlıktan yoksun olmaktır.uzman olarak görev aldığım “Boşanmak istemiyorum” programındaki senaryoların tümünde hep ayın tema var: iletişim engelleri ve problem çözme becerileri yetersizlikleri. Burada Eğer eşiniz ile bütünleşememişseniz, onu bir yabancı gibi görebilirsiniz. Hatta onun sevgisinden ve sadakatinden şüphe edersiniz. Bunu test etmek adına ayrılmayı, boşanmayı da önerir,blöf yapabilirsiniz. Fakat bu gibi test yöntemleri tamamen yanlış ve ilişkiyi yıpratıcı uygulamalardır.Evliliklerde önerdiğim en büyük yöntem;şeffaf olmaktır. Eşinize veya sevgilinize açık olun. Duygularınızı ,düşüncelerinizi açık ve uygun bir ses tonuyla iletin. Bunu anlayamadığı için eleştirmek yerine üzüntünüzü bildirin.
Evliliklerin zorluğunun bir başka nedeni ise bekarlık alışkanlıklarıdır. Özellikle güvensizlik, bağlı kalamamak,”hiç kimse vazgeçilmez” felsefesidir. Oysa evlilik, emek ve fedakarlık edilmesi gereken kutsal bir yuvadır. Ailenin temeli olan evliliklerde kutsallığına inanmayan bireylerin eşleri için fedakarlık etmeleri beklenemez.

Evlenmek isteyen bireylerin aile kavramına inanmaları gerekir.

Evlilik sadece aşk üzerine olmamalıdır. Evlilik tek bire neden üzerine de olmamalıdır. Evlilik bir bütündür. Sadece birkaç uyum yeterli değildir.
Bu noktada evlilik teorileri şöyledir.:
*tamamlayıcı evlilik
*zıt çekicilik
*benzerlik ilkesi.

Benim önerdiğim yöntem,benzerlik ilkesidir. Evlenecek insanla benzerlikleriz evliliğin sağlamlığını arttırır. Aynı kültür, aynı değerler, inançlar,değerler, hayat felsefesi gibi konularda benzer biriyle evlenmek daha sağlıklı ve mantıklıdır.
Bu nedenle hayatta en önemli iki seçim olduğunu düşünüyorum.EŞ_İŞ
Doğru bir evlilik yaşamınızın tüm alanlarına etki edecektir.
Evliliklerin zamanla değişimi de toplumun ruhsal ve sosyal yapısını göstermektedir.İnsanlar artık daha güvensiz, daha az sorumluluk almak istemekte, daha fazla bağımsızlık istemektedirler. Özellikle sosyal hayatın hızlı yaşanıldığı yerlerde hem evlilik yaşı hem de bireylerin birbirine olan güvensizlikleri daha fazladır.

Bunun yanında ergenlikten gelen çatışmalar otuzlu yaşlarda da devam etmektedir. Özellikle “evlenilecek insan-eğlenilecek insan” ayrımı da son zamanlarda trendi yüksek olan bir söz. Yıllarca ilişki sürdürdüğü kişiyle evlenmemek bu sözün göstergesidir.
Üniversite okuduğum yıllarda profesörümüz şöyle söylemişti: herkesle çıkarsınız , sonra el değmemiş, göz görmemiş birini bulup evlenmek istersiniz.” İşte bu cümlede de ruhsal çatışmalarımız mevcut. Yani hem yaklaş hem kaç. Aslında çıkmak istediğimiz kişi ile evlenmek istediğim kişi çoğunlukla aynı olmayabilir. Özellikle tecrübesiz kişiler merak ve bilgisizliğini gidermek için ilişki yaşamak isterler. Fakat tam olarak ne aradıklarını bilmedikleri için karşıdaki insanı da mutsuz edebilirler.Bu nedenle ilişkilerde beklentilerin net ve açık olması ilişkinin başlangıcı ve devamı için gereklidir.

Yani genel olarak artık evlenmek ile bekar kalmak arasında insanlar düşündükçe zamanın ve yaşın ilerlemesini yarattığı farklı bir kaygı içinde kendilerini bulmaktadırlar.
Yani kaygılarımız, çelişkilerimiz,korkularımız, yüksek boşanma oranları,yüksek stres faktörleri, tahammülsüzlük, sabırsız yaşam gibi nedenler hem evliliklerin yürümesini zorlaştırmakta hem de bekarların evliliğe karşı durmalarına neden olmaktadır.

EVLİLİKLERDE TARTIŞMAK

Günümüz evliliklerinin en temel sorunudur tartışmak. Aslında tartışmayı tartışmalıyız önce. Bizim dilimizde tartışmak, olumsuzluk, kavganın ön aşaması, kabalık veya gerginlik olarak algılanmaktadır. “Annem ve babam tartıştı”. “ eşimle çok tartışıyoruz” gibi cümlelerin genel manası olumsuzluktur.
Oysa tartışma ,temelde sorunun çözümüne yönelik yapılan fikir alışverişi ve açıklamadır.fakat ülkemizde tartışma kültürü oluşmadığından istenilen düzeyde bir tartışma görülmemektedir. Televizyonlarda üst düzey kişilerin katıldığı tartışma adlı programlarda , kavgalar, hakaretler, kabalıklar,eleştirel yaklaşımlar sık olarak görmekteyiz.
Aslında temel sorun ilk aşamada karşıdakini dinlememektir. Sözünü bitirmesine bile izin vermemektir. Sanki taraflar karşıdakinin ne söyleyeceğini bilircesine sözünü kesmektedir. Sözünü kesmek tartışmayı kısa tutmak amaçlı olsa da tam tersine konu amacından sapıp, saygısızlık adı altında başka bir boyuta gitmektedir. Gözlemlemişsinizdir ki, tartışılan küçücük konulardan büyük sorunlar çıkmasının tek nedeni ,üslup ve tartışma şeklidir. Türk evliliklerine özgü bir durum olacak ki, tartışılan konu hep amacı ve konusu dışına çıkmaktadır. O anki konu ile benzer ama tartışmaya hiçbir şey katmayacak başka bir konuya geçilmesi veya konuya dahil edilmesi sadece öfkenin ve çözümsüzlüğün adı olur.
Evliliklerde tartışmanın kimin başlattığı önemli mi? Aslında değil. Bir başlatan varsa bir de devam ettiren vardır. Eşlerden veya sevgililerden birinin başlatması suçlunun o olduğu anlamına gelmez.
İlişkilerde mutluluk uyumdur. Uyum ise anlaşabilmek ve anlayabilmektir. Evlikler, boy uyumuna, görsel uyuma göre yürümez ama kendini anlayan biriyle evlilik yürütülebilir. Zaten evlilik kararı sadece duygusal kararlar ile alınması halinde duygusal hayal kırıklıkları daha etkili ve acıtıcı olur.
Şekil algısı ile yapılan evliliklerde ise gerçek şudur. Şekil sizi o insana çeker. Beğenirsiniz,ilgilenmek istersiniz. Şekil ile ilişkiye başlamak istersiniz. Bu durumda ilişkileri ve evlilikleri “ ŞEKİL BAŞLATIR, ÖZ SÜRDÜRÜR “ diyebiliriz.
Ayrıca kabul edilen üç tip evlilik yöntemi vardır.
1. Tamamlayıcı
2. Benzerlik
3. Zıt
1.Tamamlayıcı evlilikte birey, eksiklik yaşadığı ,yetersiz olduğu bir yönünü tamamladığı-tamamlayacağını düşündüğü kişiyle evlenmek ister. Tam olursam mutlu olurum.
2. benzerlik evlilikte , kişi bir çok yönden kendine benzeyen ortak noktaları olan biriyle, paylaşımların fazla olacağını düşünerek evlenmek ister. Benzer yaşam.
3. zıt evlilik ise, kendisine ters olan biriyle evlenerek farklı bir arayışta olup risk almak tadır.
Yapılan araştırmalarda da anlaşılmıştır ki, en güçlü ve mutlu evlilikler benzerlik ilkesine göre yapılan evliliklerdir. Ayrıca ilişkide beklenti net olursa sonuca ulaşmak daha kolay ve kısa sürede olur. Daha önce de yazdığım (http://www.tavsiyeediyorum.com/makale_1058.htm) ilişkilerden beklentimiz makalesinde de belirttiğim gibi beklenti açık ve net olursa ilişkinin yönü ve kalitesi de belli olur.
Tartışmanın başka bir boyutu ise, hesap sorma ile bilgi alma arasındaki ince çizgiyi kaybetmekten kaynaklanır. Örnek “ neredeydin” sorusunun, hesap sormak mı meraktan bilgi almak mı olduğunu kestirmek çok zordur. Bu nedenle sorunun hangi şekilde sorulduğu hangi ses tonun kullanıldığı önemlidir.
Evliliklerde riskli dönemler 1-2 yıllık uyum ve oryantasyon sürecidir. Çiftler birbirine uyum sağlamak adına çatışmalar yaşayabilir. Bu normal ve olması gereken bir süreçtir. Aksi taktirde sorun yokmuş gibi davranılmış kabul edilir.
Tartışmalarda kullanılması gereken dil “BEN DİLİ” dir. Yani” bu davranışından dolayı çok üzüldüm, kendimi önemsenmemiş hissettim,beni dinlemediğini düşünüyorum,.”…. bu tip cümleler suçlama içermeyen ama aynı zamanda da kişinin kendisini net ve açık ifade eden cümlelerdir.
Fakat, bu ilk 1-2 yıllık süreç içerisinde kırıcı hareketler, davranışlar, söylemler gibi tüm paylaşımlar evliliğin sonraki sürecini de belirler. Artık taraflar bunun tatsız olaylar üzerine evliliği kurarlar. Bu nedenle bize danışmaya gelen çiftler , ilk olarak ilk yıllardaki mutsuzluklarını ve yaşadıklarını anlatırlar. 1-2 yıllık süreç hem uyum hem de devamı için çok hassastır. Tıpkı çocuğun 2 yaşına kadar süreç gibidir. Nasıl büyürse öyle devam eder. Değişmez mi ? tabi ki değişir. Evlilik danışmanlığı, karşılıklı konuşma,yardım alma bu durumlar için çözüm köprüleridir. Böyle olunca evlenmeden önce çiftlerin sorun olmasa bile evlilik danışması almalarını öneririm.
Evliliklerde tartışma konularına baktığımız zaman;
Çocuk, aldatma,ekonomik sorunlar, içki,ilgisizlik, tarafların aileleri,otorite çatışması ve her evliliğin kendine özgü sorunları başı çekmektedir.
Temel tartışma dili,”herkesin açık ve net olarak kendini ifade ettiği, duyguların ve düşüncelerin diğer olaylardan ayrı tutularak açıklandığı,öfke ve sertlik içermeyen bir ses tonunda uygulanan iletişimdir.
Tartışmalarda sonuç alınmadığında taraflar sorunu yok sayabilir ya da erteleyebilirler. Ama unutulmamalıdır ki, çözülmeyen her sorun farklı şekilde tekrar çıkacaktır.(pişip pişip gelmek). Yukarıda da bahsettiğimiz gibi nedensiz tartışmaların temelinde çözülemeyen veya eksik kalan bir durum söz konusudur.


ANALİZ:

Bir tartışma bir evde veya iletişimde herØ gün yaşanıyorsa burada bir oyun vardır.yani eşinizle(sevgilinizle) her gün tartışıyor, ve genelde de sonuç hep istenmedik şekilde bitiyor ise oyunun bir parçası olmuşsunuzdur.
Eğer taraflardan biri tartışmayı başlatıyor ve sizdeØ devam edilmesi için destek veriyorsanız % 50 duruma ortaksınız.
EğerØ taraflardan biri sudan bahanelerde tartışma veya gerginlik yaratıyorsa bu bir sinyaldir. Temel beklentinin ne olduğu incelenmelidir.
Devamlı olarakØ tartışmak ve gerginlik yaşamak(yaşatmak) eşlerin anne-babalarını da model aldığının göstergesi olabilir. Şu an hemen çocukluğunuzu gözünüzün önüne getirebilirsiniz.
Bazen taraflardan biri eşinden ilgi göremediği içinØ iletişim kurmak adına bilerek tartışma ortamı yaratabilir. Çünkü başka iletişim kuracak yöntem bulamamıştır. Bu durumda konu her zaman suni ama iletişim gerçekçidir. Bu nedenle şuan bu makaleyi okuyup ta kendinizi bulduysanız tartışmalarınızı gözden geçiriniz.
Evliklerde tartışma genelde, anlaşmak veØ ortak yol bulmak adına yapılmalıdır. Tartışmaların devamının temel nedenlerinden biri “İMA” dır. Yani açık ve net ifadeler yerine imalarda bulunmaktadır. “Her şey söylenmez anlasın” yerine önemli konuların açık ve net olarak ifade edilmesi gerekir.
Tartışmalarda sorun birebir ise sorunun çözümüne başkalarınıØ katmamak gerekir. Aksi taktirde tartışmanın yönü, diğer insanları suçlayan ve savunan konumuna geçer. Bu ise sorunun çözümünü engeller.
Tartışma alanındaØ taraflardan biri, olayın büyütüldüğünü söylemek yerine “ neden bu kadar alındın, rahatsız oldun, seni üzen şey nedir?, şöyle mi düşündün? Gibi cümleler ile olayın tanımı tekrar yapılmalıdır.
Tartışılan konu, baş başa ve zamanØ ayrılarak yapılmalıdır. Araya sıkıştırmak, söyleyip geçmek olayı önemsizleştirir.
Evliliklerde tartışmalarda, kişilerin taraftarØ bulmamaları, eşler birbiriyle tartışıp çözmeden başkalarını devreye koymamaları gerekmektedir.
Her gün tartışma var ise bu bir oyundur dedik. O haldeØ tartışmayı başlatan tarafın neye ulaşmak istediğini, neyi amaçladığını bulursak tartışmanın şekli ve niceliğini değiştiririz.
Yapılan eleştiriler veØ yorumlar kişiliğe değil, olaya bağlı olmalıdır. “ sen şöylesin, böylesin değil, bu olayda şöyle davranman beni daha üzdü…..
Tartışmaya başlamadan önce neØ konuşulacağını amacın ne olduğunu belirlememiz lazım. Aksi taktirde tartışma amacı dışına rahatça çıkabilir.
Soru sorarken bilgi almak ile hesap sormakØ arasındaki nüansa dikkat etmeliyiz. Her zaman açıklama beklenilmeden yargıya ulaşmamalıyız.
Ortamın gergin olduğu anlarda konuyu değiştirmek veyaØ tartışmaya ara vermeliyiz.
Ortam gergin olduğunda gerektiğinde ortamı terkØ edebiliriz.


Sorunlu evlilikler olmaması için en temel kural sağlıklı iletişimdir.

Evlilik kale gibidir,içerdekiler çıkmak için, dışarıdakiler girmek için çalışırlar.

“evlenseniz de pişman olacaksınız evlenmeseniz de “ (Sokrates)

BOŞANMANIN PSİKO-SOSYAL BOYUTU

Evlilikler, tarihsel, psikolojik, sosyal, dini ve kültürel nitelikli bir akit olarak günümüze kadar devam etmiştir. Evliliğin temeline taraflar beklentilerini koymaktadırlar. Evlilikte bir neden olduğu gibi aynı anda birkaç neden de bulunabilir. İnsanlar bazen sadece duygusallık için evlendiği gibi bazen ekonomik sosyal dini unsurların tümünün bileşimi olarak evlenebilirler. Evlilikte genelde söylenen aşkın ömrü 3 yıldır kavramı aslında uyumun ve tem uyuşumunun olgunlaştığı ve oturduğu dönemdir. 3 yıl içinde aşk bitmez,sadece ilişki net şeklini alır.Yani taraflar birbirini ancak 3 yılda tanıyıp evliliği oturturlar.Taraflar zaten evliliğin realitesini görmeye başladıktan sonra kararlar ve yol haritası belirlenmeye başlar. Yüzyıllar boyunca çeşitli evlilik biçimleri görülmüştür. Bunlar daha çok evliliğin sosyal boyutunu yansıtmaktadır. Bunlarda da boşanma tarzları da evlilikleri gibi ilginçtir.

BERDEL: taraflar töre ve örfi kuralların gereği olan ekonomik olarak yüklü olan evlilikleri karşılayamadıkları için karşılıklı kız alıp verme şekli ile evliliği gerçekleştirmektedirler. Taraflardan biri kızı boşarsa diğer tarafta boşamak zorunda kalır. Yani evlilikler birbirinin tamponu gibidir.

GÖRÜCÜ USÜLÜ: Bu evlilik şekli daha çok insanların birbirleriyle iletişiminin zayıf olduğu, ataerkil/feodal toplum yapılarının göstergesidir. Erkeğin kız arkadaş edinememesi, aile büyüklerinin çocuğa seçme seçilme hakkı vermemesi bunun bir görücü usulünü yaratmıştır. Bu tip evliliklerde boşanma zor olmakta görücüler devreye girip süreci uzatmakta, aracılık görevlerini devam ettirmektedirler. Görücü için riskli ve sorumluluk gerektirdiği için günümüzde insanlara kefil olmayı kimse göze alamamaktadır. Tabi bunların dışında kız kaçırma, yıldırım nikâhlar, eğlenceli günümüz düğünleri de evlilik oluşum süreçlerinin diğer şekilleridir. Evliliğin bu tanım ve sosyal yönlerinin ötesinde boşanma kararı daha etkileyici ve önemlidir. Boşanma süreci her iki taraf için sancılı bir dönemdir. Sadece boşanma süreci değil süreç sonrası da sorun teşkil etmektedir. Özellikle yeni boşanan kişilerin daha çok incinme sonrası stres, belirsizlik stresi, sosyal uyum zorluğu, yalnızlık/çaresizlik gibi duyguları yaşadıkları gözlemlenmiştir. Boşanma döneminde taraflar evliliğin kurutulması umudunu yitirmişler ise veya yaşanan olaylar (aldatma, şiddet alkol, ilgisizlik gibi) çözülecek boyutta değil ise haklı çıkma savaşı başlıyor demektir. Bunun temel nedeni ise bireyin döneceği sosyal çevreye karşı hesap verme durumudur. Kimse evliliği bitiren, evlilik düşmanı, aile düşmanı olarak bilinmek anılmak istenmez. Bu nedenle boşanmada kimin haklı olduğu sonraki yaşam için çok önemlidir. Peki, çok güzel başlayan evlilikler neden bitiyor? Esasen bakıldığında ülkemizin kanayan sosyal yaralarının neler olduğuna bakmak için aile mahkemelerinin dosyalarını incelemek yeterlidir. Boşanma nedenlerine bakıldığında;

Ekonomik yetersizlik veya ani zenginleşme,
Aldatma,
Şiddet,
Çocuk sahibi olamamak,
Alkol, kumar uyuşturucu kullanmak,
Kültürel ve yaşamsal farklılıklar,
Sorumsuzluk.
Yetersiz tatmin (duygusal sosyal cinsel. Vb. açıdan)
Gibi nedenleri sayabiliriz. Bu nedenler aynı zamanda Türk kültürünün şuan en çok çözülemeyen sosyal sorunlarını da içermektedir. Toplumsal şiddet, ekonomik yoksulluk, bağımlılık, sorumsuzluk gibi nedenler aklımıza ilk gelenlerdir. Evlilik süresi içinde paylaşımın olmaması, iletişimin sağlanamaması, beklentilerin karşılanmaması evliliğin sonunun geldiğinin göstergesi olmaktadır. Fakat evlilikte sosyal yön daha ağır bastığı için herkes aynı şartta boşanamıyor. Bugün 12 saat evli kalanları da görebiliyoruz her şeye rağmen evliliklerini sürdüren (sürdürdüğünü zanneden) tarafları da görebiliyoruz. İnsanlar evlilikleri olumsuzluklara rağmen neden sürdürmek isterler? Aslında bunun cevabı yine sosyal şartların ağır bastığı bir kategoriye girmektedir.

Ekonomik yetersizlik,
Yalnız kalmak,
Çocuk sahibi olmamak,
Boşanan kişinin sosyal kimliği (dul)
Gelecek hakkında belirsizlik,
Şartların olgunlaşması beklentisi.
Kıyaslama yaptığımızda, evliliğin nedenleri aynı zamanda sürdürülmesi (zorunluluk) için de birer neden olduğu görülmektedir. Bunun yanında toplumun ataerkil yapısı itibariyle erkeği değil de genelde kadının haksız bulma eğilimi de kadını evliliği yürütmesine bir sosyal baskı aracı olarak etki yapar. Toplumda dul kadın ( ki bekâr artık) her zaman daha sahipsizmiş daha çabuk elde edilirmiş gibi bir kategoriye konulmaya çalışılmaktadır. Bu durum aslında sosyal dışlanmanın bir gelişmemişliğin göstergesidir. Yani boşanmayı kabul ettin ise bunu göze almışsındır gibi. Fakat her ne olursa olsun kişinin evliliği, kendisi için çekilmez bir hal almışsa, mutsuz, umutsuz bir durumda ise, paylaşımlar yok ise sevgi, saygı ve sadakat yok ise evlilik gözden geçirilmelidir. Kişisel prensibim; evlilikte üç temel taş vardır. Bunlar; Sevgi, Saygı, Sadakat kavramlarıdır. Bu temel taşlardan birinin eksikliği evliliğin çatısının yıkılmasının başladığının göstergesidir. 3 S kuralı kişisel olmanın ötesinde genelliği de içinde barındırmaktadır. Evlilik sonrası durum ise en sarsıntılı ikinci dönem olabiliyor. Kişi eğer evlilik sonrası için plan yapmamışsa, alt yapı hazır değilse, birikim ve destek yok ise artçılardan sonraki gerçek deprem o zaman olmaktadır. Kişi, yalnızlığını hemen paylaşmak, duygusal, sosyal, ekonomik için destek aramakta ve çok fazla seçeneği de yok ise en yakınındakilere yönelmektedir. Bu avukatı, danışmanı, sırdaşı, eski aşklarından biri, kendisi gibi boşanmış biri hatta adliyedeki görevliler bile olabilmektedir. Boşanan kişi, aslında daha temkinli olmalıdır. Yeni ilişki için acele etmemelidir. “Denize düşen yılana sarılır misali” her yönelimi kurtuluş görmemelidir. Bunun yanında taraflar bazen boşanmadan sonraki 3–;5 yıllık süre içinde (aradıklarını bulamadıkları için de olabilir) eski eşlerine görüşme ve birleşme teklifinde bulunabilmektedirler. Yine boşanma sonrası geçen iki yılda kişilerin, çok sayıda kişiyle görüştükleri, kısa süreli arayışlara girdikleri, ilişkiler yaşadıkları görülmektedir. Bu ise belli zaman sonra kişide pişmanlık, değersizlik, suçluluk gibi duygular yaratmaktadır. Bu duygulara bağlı olarak da depresyon, anksiyete gibi psikolojik sorunlar oluşmaktadır. Yoğun düşünme süreçleri, uykusuz geceler, iletişim ve paylaşım ihtiyacı yaşanan ve yaşanması muhtemel durumlardır. İleri ki dönemlerde ise özkıyım girişimleri de söz konusu olmaktadır. Bu söylediklerimize bağlı olarak; boşanmanın kendi kendini başlatan bir süreç olduğu, evliliğin nedeni, şekli ve temellerinin de aslında ileri ki dönemlerde birer boşanma nedeni olabileceği unutulmamalıdır. Tercihlerimizi yaparken, bir noktaya takılmamak, sadece bir noktayı yüceltmeden, her açıdan değerlendirme yapmamız gerekir. Çünkü sadece aşk evliliği veya sadece mantık evliliği bir evlilik için yeterli olmamaktadır. Aşk evliliğinde nasıl ki karşıdakinin bir yönünü yüceltiyorsak, unutmamak gerekir ki gölgede kalan kısımlar ve ayrıntılar çok daha önemli olabilmektedir. Çünkü evlilik; sizi çok mutlu bir yaşama götürebileceği gibi, mutsuz bir hayata da sürükleyebilir. Boşanma, bir yandan bir sonlama iken, diğer yandan bir başlangıçtır. Fakat nasıl olursa olsun boşanma insanların hayatında, nedeni ne olursa olsun hata olarak görülmektedir. Sonuçta pişmanlık da bir hatanın sonucudur. Boşanmak her zaman kurtuluş olmadığı gibi, mutsuz bir evliliği sürdürmek de çözüm olamaz. Sorunlar, fark edildikçe çözüme kavuşabilir. Bu nedenle her zaman duygu ve düşüncelerimizi olduğu gibi aktarmak gerekir. Eğer sorunlar paylaşılmaz ve ifade edilmezler ise çok küçük bir neden bile boşanmaya götürebilir. Belki birikim belki son damla ama sonuçta yanlış bir sonucun başlangıcı olabilir. Sorunlar her zaman uygun yer ve zamanda ifade edilmeli, çözüme kavuşturulmak için karşılıklı çaba sarf edilmelidir. Evlilikte yaşanılan her şey kartopuna benzer. Mutluluklar paylaşıldıkça büyür. Mutsuzluklarda çözülmedikçe büyür. Sadece sayılsa olarak çoğalmaz ilerde bir çığ halini alır.

Her zaman paylaşmak dileğiyle